15 Ocak 2020 Çarşamba

Fritz Lang - Metropolis Üzerine (Bir Distopya Filmidir)

Diyalektik materyalizm, dünyanın zihinsel, ruhsal ya da manevi süreçlerden tastamam soyutlanmamış olmasına karşın, temelde fiziki varlığıyla anlamlandırılabilir bir sistem olduğunu savunur. Dünya "varlığının" ontoloji boyutu ise; diyalektik materyalizmin karşı tezi olan "idealizm" ile ilişkilendirilir. Marx ve Engels'in diyalektik materyalizm olarak tanımladığı düşünce sistemi de temelde "idealizm" düşüncesinin doğuşundan kaynaklanır. Materyalizmi diyalektik boyutta inceleyen yaklaşımın ortaya çıkış sebebi de, idealizmle materyalizm karşılaştırmasının neticesi olarak değerlendirilmelidir.

Gerek bilgi kuramı, gerek bilgi ve gelişim açısından değerlendirdiğimiz dünyada toplumsal pratik olmaksızın, saf bir bilgiye ulaşmamız mümkün değildir. Sonuç olarak; ortaya çıkan bu yasaların ontoloji ve kurgusal bir yapıdan bağımsız olduğunu toplumun ve daha doğrusu proleteryanın işleyişinden elde edilen ve uygunluğu kabul görmüş, rasyonel olan verilerin bilgi olduğu kabul edilir. İdea ise, bilginin kendisini elde etmek için araç olarak kabullendiğimiz dünyada, aynı şekilde doğrudan zihinsel süreçleri ve bilginin ontolojiyle yapılandırılan kısmını da kapsayan bir kümedir. Bu küme yok sayılamayacağı gibi, bilginin elde edilmesi için tamamlayıcı bir unsur olarak kabul edilir. Bu bağlamda madde zamansal ve mantıksal olarak her şeyin ötesinde bir ehemmiyete sahiptir. Materyalizm, bilişsel kuramların neticesi olarak ele alındığında Hegel'in görüşleriyle çeliştiği için bir anlam karmaşasında yer alır ve diyalektik hale gelir.

Bilgiye ulaşma konusunda bir paradigma olarak gözüken idealizm ve diyalektik materyalizm aslında karşıt değil, iki uçlu bir köprüdür. Nüfusun, ihtiyaçların, ve hedonizmin arttığı bir dünyada diyalektik idealizmin; diyalektik materyalizmi doğurması ve hatta sanayi devriminin, kapitalizmin ve globalleşmeye doğru evrilen süreçlerin mücadele haline gelmesi de yine diyalektik materyalizm düşüncesini doğurur. Diyalektik idealizm kuramının yaratıcısı olan Hegel'in de, kendi bulunduğu dönemde bilgiyi düşünce ile doğrudan ilişkilendirmesi de, toplumun alt tebaasının, üst tebaaya olan uzaklığıyla ilgilidir. Özellikle Fransız Devriminden sonra, toplumun alt tebaasının varlığını ontoloji boyutunda değil, fiziki boyutta aktif bir şekilde gösterebilmesi de diyalektik materyalizmin ortaya çıkışının en önemli kaynağıdır.

Toplum yapısının, toplumun zenginliğinin psikolojik ve sosyolojik açıdan oluşumunu Ütopya ve Distopya kitaplarında Hegel ve Marx'ın birbirine zıt düşünceleriyle ilişkilendirerek görmüş oluruz. İnsanların sanayi devriminde makineleştirilmesi üzerine birçok ütopya örneğinde, insanların yine bir makine ve devletin ise canavar olarak gösterilme sebebi tam da bu yüzdendir. Totaliter devlet yönetiminde yine kapitalizmin refahını, kölelik sistemiyle halk beslemiştir. Totaliter devlet rejimlerinde, yönetim tabakasının doğrudan toplumu ve topluma mal edilmiş hemen her şeyin bütünleştirildiği bir anlayışın hakim olduğunu görürüz. Orta Çağ'da bu kilise iken, daha sonraki dönemlerde imparatorlukların ve modern devletlerin aynı rejimin koruyucusu olduğuna şahit oluruz. Totaliter rejimin bekçisi, aslında o rejimi getirenlerle birlikte makinalaştırdığı insanlar ve proletaryadır da. Totaliter rejim, koruyucusu olduğunu iddia ettiği halkın da korumasına muhtaçtır. Varlığını yasa koyucu olduğu kadar, cezalandırıcı ve korku salıcı bir tutumla ortaya koyar.

Bir distopya örneği olan 1927 Fritz Lang yapımı Metropolis, zamanının oldukça yüksek bütçeli filmlerindendir. Şehirliler ve işçiler olarak ikiye ayrılan filmde, ütopya ve distopya örneklerini görürüz. Lüks içinde yaşayan şehirler ve ihtiyaçları aslında makinalaştırılmış insanlarla karşılanan, insanların bir mekaniğe dönüştürüldüğü kapitalizm ve anti kapitalizm vurgusu yapan yönetmen halka seslenmiştir. Aslında fordizmin hem betimlenip, hem de eleştirildiği standardın dışında makinaların işçiyi yönettiği bir distopya izliyoruz. Marx'ın makinalaşma konsundaki bir çok kuramına hem destek veren hem de karşı çıkan sahneleriyle insan psikolojisini de ortaya çıkaran bir yapım olduğunu görürüz. Bir bölgenin tarihi endüstrilerinin ve teknolojisinin, makinalaşma sisteminin halkın yerel psikolojisi üzerinde kalıcı bir iz bıraktığını hissediyourz. İşçi sınıfı üzerinde daha mutsuz kişilik özellikleri, daha düşük yaşam beklentileri ve memnuniyeti olduğunu görüyoruz. Örneğin İngiltere'de teknoloji ve makinalaşmadan sonra yerel halk üzerinde nevrotizm %33, vicdanlılık %26 daha düşük ve bu alanlarda ülkenin geri kalanında yaşam memnuniyeti %29 daha düşüktü. Bu etki kapitalizmin ocaklarına daha katkı sağlarken, tarihsel enerji kaynağı, eğitim, zenginlik, jeoloji, nüfus yoğunluğu ve iklim gibi bölgenin refahını etkileyecek olumsuz sonuçlara yol açmıştır.



Filmde bolca vurgulanan makineler aslında bütün ülkelerde çağın, daha doğrusu makina çağlarının ön görüşü gibi olmuştur. Distopyada; ne Thomas More'un Ütopyasındaki mutlu halktan, ne Platon'un totaliter rejimindeki soylularının tebaasından, ne Francis Bacon'un dindar halkından ne de Huxley'in Cesur Yeni Dünyasındaki insanlardan eser vardır. Tamamen gettolaşma örneği göstermeyen filmde, bütün bunları ortak bir paydada toplayan tamamen gettolaşmadan da uzak bir distopya görürürz. Thomas Hobbes'in devleti adeta mitolojik bir canavar olarak ele aldığı "Leviathan" nasıl ki her ne kadar toplum için gerekli de olsa, aynı zamanda halk için bir korku unsurudur. Metropolis'teki şehrin kalbi olarak lanse edilmiş fabrika da kapitalizm üzerine imaj ve eleştiri gücünü canavarlaştırılmış bir sistemden ilham alan Lang, Thomas Hobbes'in Tahayyül üzerine sözlerini bütünleştirmiş. "Tahayyül; bir şey hareketsiz dururken başka bir şey onu dürtmedikçe daima hareketsiz kalacağı hiç kimsenin şüphe etmediği bir gerçektir." Aslında burada Lang, makinaların insanı yönettiğini, bu sistemin içinde insanların ütopik yaşamlarının distopyaya dönüşümünü göstermiş. Bu makinalaşma sisteminin uzun vadeli psikolojik etkiler sergilemesinin sebebi, yine bir sonraki görevinin insanları yönlendiren bir mekanizma olmasından kaynaklıdır. Yerel halkın iş ve yaşam koşullarının eski sanayi merkezlerinde daha kötü olduğu ama kendi ütopyalarında mutluluğa eş değer olduğunu biliyoruz. Makinalaşma sisteminde stresli, yorucu, çocuk işçiliğinin yaygın olduğunu ve bu iş yerlerinde özerklik ve karşmaşıklık gibi belirli özellikler işçilerin yaşamını olumsuz şekillendirebilir. Örneğin entelektüel esnekliği ve kişisel insiyatifi düşünerek Adam Smith 1976 yılında son derece uzmanlaşmış iş görevleriyle sonuçlanan iş bölümünün işçiler için zararlı psikososyal etkileri olduğunu iddia etmiştir. Filmde "Eşsiz Bahçe" olarak nitelendirilen üst tabakanın kendi çocukları için kurduğu ve tamamen bir kapitalizm eleştirisi olduğu sahneyi görürüz. Yine Thomas More'un Ütopya'sında bahsettiği "Halkın yoksulluğa düşmesinin baş nedeni aristokratların çokluğudur. Bu yararsız, bu bal vermez arılar, başkalarının alın teriyle geçinmekte, topraklarda çalışanlarından daha fazla yararlanabilmek için onları derisine kadar yüzmekte, bunun dışında başka gelir kaynağı bilmemektedirler. Ama iş keyif için para harcamaya geldi mi, bu adamların yapmayacağı delilik yoktur. Bu uğurda varlarını yoklarını havaya savurup, dilenciliğe kadar düşerler. Üstelik kendileriyle birlikte başka işlerde hayatlarını kazanamayacak kişileri de o yola sürüklerler. Üst tabakayı canavarlaştıran bu sistemin doğru ve akıllıca bir sistem tarafından düzenlenmediği kesindir."



Şehirde şirketin yönetildiği binaya Babil Kulesi (Tanrıya ulaşmak için inşa edilen kule) denmiştir. Babil Kulesi olarak nitelendirilmesinin sebebi, gücünü kendi tasarladığı tanrıdan alan kapitalist üst tabakanın ona ulaşma emelidir. Alt tabakanın kuleye hiçbir şekilde girememesini Lang, Platon'un şu sözleriyle bütünleştirrmiş; "Günün birinde krallar filozof ya da filozoflar kral olursa insanlık o zaman mutluluğa kavuşur. Filozoflar krallara öğür vermeyi bile küçümserlerse, o mutluluktan çok uzaktayız demektir." Son derece tekrarlayan yorucu ve düşük özerklik çalışmaları, işçilerin değerini etkileyip entelektüel erdemlere ve eleştirel düşünceye daha az değer katan ve bu değerlerin çocuklara da iletildiği bu anti sosyalleşme mekanizmanın etkilerinin nesiller boyu genetik bir temele oturacağını anlatımlamış. Kapitalizmin politik ahlakını ve ilkelerini ve devleti yönetenlerle iş birliğini "Halkın yoksulluğu kralın varlığını korur." ilkesinden yola çıkan Lang, "Yoksulluk ve özgürlük kapitalizme baş kaldırmıyorsa, hor bakılmaya götürür." düşüncesiyle özdeşleştirir.

Yedi günahın sergilendiği bir odada ise, daha önce açlığı, yoksulluğu ve acıyı hiç hissetmemiş olan fakat, kendi tabularını da yıkmak ve gerçeklerle yüzleşmek isteyen Freder, uzun süredir aramış olduğu aşktan da ilham alarak kişiliğini tamamen değiştirmek ister. Babasının koruyucu kanatları altında yorulan Freder, distopyanın acı çeken yüzleri olan işçi sınıfıyla birlikte hareket eder. Kapitalist sistem yedi günahı çağırmaktadır ve dolaylı ya da doğrudan işlediği bu günahların pençesinde olan Freder, kendi devrimini kendisine karşı hazırlar. Herkese aykırı gelen, alaya aranan, saçma bir yenilik sayan bu davranışı insanların acı gerçeklerini ortaya atmamak, korkaklık ya da kötü bir sıkılganlıktır. Öyle değilse incili hiç açmamalı ve İsa'nın yolunu Hrsityanlardan saklamalı. İsa havarilerine susmayı ve gizlemeyi yasaklıyor ve şöyle diyordu; "Benim alçak sesle kulağınıza söylediklerimi siz yüksek
sesle ulu orta söyleyeceksiniz." İsa'nın söyledikleri dünyasına aykırı gelen kapitalizmin dışına çıkan Freder, işçi sınıfının yüksek sesi olmuştur ve yedi günah vurgusunu burada noktalamıştır Lang.

"Beyin ve eller arasındaki boşluk anca arabulucu bir kalp ile doldurulur." söylemini filmin bütününe serimleyen Lang; yerel kimlik ve gurur duygusu sağlayabilir, bölgesel kişilik işçi sınıfına ait dışa dönüklük ve nevrotizmin daha düşük olduğu bir ütopya yaratmak adına ara buluculuk görevini üstlenmiştir. Makinaların tamamen ele geçirdiği insanlar, makina kazası, iş türünün egemenliğini ve işçi sınıfı üzerindeki etkisini oldukça açık bir şekilde gösterir. "Yaradılışın ittiği yana giden insan sevgilerinde ve nefretinde aklın sesini duyan insandır." Akılsa önce varlığı ve sağlığı borçlu olduğumuz yüce tanrıyı sevmeye yöneltir bizi. Sonra da gamsız ve kasvetsiz yaşamayı öğretir ve kardeşlerimiz olan başka insanlarla sevincimizi paylaşma isteği verir bize. Thomas More'un Ütopyasının sevgiye bağlı üstün insan tanımlamasını filmde misyonlayan Lang, Freder'in önce yedi günahtan kendini muaf tutarak halkın içine karışması ve arabulucuyla iki sınıfın birbiriyle olan etkileşimini ve aynı noktada buluşmasını sağlar. Platon'un Devlet'ini oluşturan aristokratların ve aslında Platon'un bir çelişkisi olarak bilinen totaliter rejimin Babil Kulesi olarak anlatımlandığı ve Marx'ın makinalaşan insan kuramını destekleyen ve Thomas More'un Ütopyasındaki "Devletleri dağıtan kötü ahlaktır. Kötü ahlakı yaratan da kötü ilkeler ve düşüncelerdir." sözlerini filmin baş karakteri olan Maria üzerinden yorumlamış. Kollektif bir düşünce sistemi olan korparatizmde; devlet, işçi, işveren aynı hedef için çalışması fakat bu sistemin içinde gittikçe köleleşen alt tabaka, gettolaşan bir halk meydana gelir. Filmin bu noktasında Maria karakteri önemli bir yere sahiptir. Kolektif düşünceyi reddeden bir çok ülkede yine kolektif düşünce sayesinde halk provoke edilmiştir. Maria karakterinin işçi sınıfını provoke etmesi ve isyan başlatması ve işçilerin makinaları parçalamaları, çocuk ölümleriyle sonuçlanan bu sistem, aslında Leviathan'la anlatılan canavarın ta kendisidir. Maria karakterini robotlaştıran ve kopyalayan sistem, aslında Lang'ın aynı şeylerin olmasının kapitalizmin soylu denen kimselerin işçi sınıfını körükleyerek haksız ve nankör bir toplum meydana getirmeleri ve bunun karşılığında toplumun ödül olarak açlıktan öldüğü bir sistemin canavarlığı yasalar yoluyla bir adalet kılığına ve bu adaleti de Maria karakteri üzerinden anlatımlamasıdır. Thomas More'un Üropyasında geçen "Bugünün gösterişli devletlerini gözden geçirince bunlar içinde benim gördüğüm tek şey şudur aldanmıyorsam: zenginler, cumhuriyet halk egemenliği gibi parlak sözler altında yoksulların kuyusunu kazıyorlar. Türlü düzenler ve akla gelmedik yollarla bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyorlar. İlki sağlamak istedikleri kimi az kimi çok haksızlıkla elde edilmiş bir serveti dünya durdukça dokunulmaz bir mülk haline getirmek, ikincisi de yoksulların açlığından, bedenlerinden yararlanmak ve onları yok pahasına çalıştırmaktır. Zenginlerin devlet adına ve dolayısıyla yoksullar adına başvurdukları bu dolaplar birer yasa olmuştur."

Maria'nın işçileri proveke etmesi ve işçilerin bunu anlayıp çocukların da ölmeye başlamasıyla işçiler cadı avına çıkar ve Maria'nın kopyasını aramaya başlarlar. Hümanizm yanlısı olan Freder, çocukları kurtarmaya başlar. Kapitalizm öğretisine bağnazca bağlı olan işçi sınıfı, insandan yana olan, insanı yücelten bu hümanist arabulucunun sesine kulak vermiştir. Burada Lang, ölüm cezasına çarptırılan Thomas More'un yaradılıştan gelen barışseverliğini savaştan ve her çeşit bölünmeden çekinmekte yerden göğe kadar haklılığını "İffetsiz bir rahip olmaktansa, iffetli bir koca olmayı yeğlerim." sözlerini kapitalist bir sistemde Frederle bütünleştirmiş. "Artık güneşe günaydın, devlete iyi geceler." sözlerini filmin sonuna ilikleyebiliriz. "Geleceğin makina insanını yaratmak için bir el feda etmeye değmez mi?" diyen Fredersen ve Babil'i devlet olarak ele alırız. Eller ile aklın arabulucusu kalp olmalıdır. Aklın tamamen makinalaştırılmak istenen işçi sınıfıyla bütünleştirildiği ve arabulucu kalp olarak Freder olarak anlatımlanmış. İnsan ölümü bile göze alarak her çeşit zorbalığa karşı vicdanını ve özgürlüğünü korumak zorundadır. Toplum ve üst sınıf işçi sınıfını eşit bir güvenlik sağlamadığı sürece bu makinalaşmada kazanmakla ölmek arasında dağlar kadar fark olduğunu unutarak bu iki şeyi eşit sayacak kadar acımasız olmamalıdır. Oysa Tanrı bir insanın değil başka bir insanı kendisini bile öldürmesini yasaklamıştır. Oysa çoğu yönetimler yasaların gölgesine sığınarak birbirini boğazlıyor. Büyük çoğunluk yoksulluk içinde kıvranırken doymak bilmeyen bir avuç insana memleketin bütün zenginliklerini sömürten bir devlette mutluluğun olmayacağının distopyasını sunmuş Lang.


Modern çağların, sanayinin ya da bulunduğumuz noktada kapitalizmin nüfuz edici olduğu kesindir. Devrimin en yüzeysel türünü politik devrim, daha derine inecek olursak ekonomik devrim beslemektedir. Soyluların politik ve ekonomik devriminde halkın mülkiyetini ve bütün geleneksel uygarlığını yok eden, kadınlar ve çocuklar üzerinde yaratan sadizm bir zırhtır. Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sında kendi insanını yaratan, bir nevi makine olan insan; Huxley'in ilkel kültürlere ılımlı yaklaşmadığını ve kitapta geçen Vahşi karakterinin kitabın sonunda bir kucak dolusu dikenin üzerine attığını görürüz. İnsanı makinalaştırarak kabusumsu bir geleceğe ilişkin kehanetsi farkındalığın vurgulandığı Cesur Yeni Dünya'daki distopyayı, işçi sınıfı üzerine misyonlamış. Etkili totaliter devlet siyasi patronların ve onların yönetici ordularının tüm güçlerini kendisinde toplayan devletin kölelerden oluşan nüfusu köleler köleliklerini sevdikleri için zor kullanmaksızın kontrol ettikleri devlettir. Günümüzün totaliter devletlerinde köleliği sevdirmek, propoganda bakanlıkları, gazete yayıncıları ve okul öğretmenlerine verilmiş bir görevdir. Ancak yöntemleri halen kaba ve bilim dışıdır. Ekonomik güvencenin diktatör bir sponsorlukla ikinci idarecilere aktarılmaya çalıştığı ve işçi sınıfı üzerinde özdeşlik ve iktidar sağlamayan bir ikilem olduğunu hayata geçiriyor.

Filmin ilk sahnelerinde ve yine ortalarında geçen "Birilerinin övgü ilahileri, diğerlerinin bedduası olur." sözüyle de aslında gerçek hayattaki patron ve işçi sınıfı mücadelesi gösterilmiştir.

Hümanizm ruhunu ilk anlayış ve duruş merhalesi; insan varlığını, en müşahas şekilde ifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle başlar.  Sanat şubeleri içinde edebiyat ve sinema bu ifadelerin zihin unsuları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki; bir milletin diğer milletlerin edebiyatını, sinemasını kendi dilinde daha doğrusu kendi idrakında tekrar etmesi; zeka ve anlama kuvvetini o eserler nispetinde arttırması, canlandırması ve yeniden yaratmasıdır. Arabulucu bir tesire sahip olmamız için bunlardan sağduyuya sahip olmamız gerektiğini anlayabiliriz. Umarım bu çağda da böyle filmler yapılır ve izleriz.

Kaynakça:

Aldous Huxley - Cesur Yeni Dünya
Franncis Bacon - Yeni Atlantis
Tomasso Campanella - Güneş Ülkesi
Thomas More - Utopia
Platon - Devlet