29 Nisan 2020 Çarşamba

Stalker - Andrei Tarkovsky, 1979

İnsan varlığının varmış, öyleymiş üzerine öne sürülmüş olan yolculuğu ve felsefeye dayanan; Pascal'ın Tanrı'nın varlığı hakkında ileri sürdüğü bahsin, "Sanki" felsefesinin temel karakteristiğinin ve insanın kendi hayatına olan katkılarını sorgularız. Pascal'ın varlık hakkındaki farklı bir çıkarımı, tanrı arayışında yeni bir diyalektik yaratmış ve felsefe, matematik ve mantık üçgeninde yeni bir çıkarım oluşmuştur. Bu çıkarımda; Tanrı'yı arayan Pascal, çağdaşları gibi neden aramak yerine, insanın bizatihi neden olduğunu ileri sürer. Sanki felsefesinin yaratıcısı Hans Vaihinger, bu düşünceyi benimseyip Kant kuramlarının tam tersi bir yoruma sürükleyip, farklı bir felsefe anlayışı oluşturmuştur. Sanki varmış gibi, veya sözde varmış gibi tabirlerini ters bir zeminde ifade ederek "Fizik, matematik ve felsefe ile ilgili kavramlar, doğa yasaları gerçeği yansıtmaz; bunlar uydurma ve hayal mahsuru kavramlardır. Biz bunları sanki varmış gibi, öyleymiş gibi kabul ederiz." der. Daha çok zihinsel imgelerde oluşan felsefenin varlığa ifade ettiği, yokluğu ele alma ve sahip olunan iç güdüsel yetenekleri öne çıkarma ve meseleyi ele alma teorilerini farklı bir düşünce ve anlam bulma metodolojisi olarak uygular. Meseleyi dini epistomoloji bağlamında ele almak yerine, tanrının varlığına olan yolculuğunu da dışarıda bırakarak insanın tabiatı önüne katarak meseleyi iç dünyasına çevirmesine ve yolculuğunda felsefenin sadece bir figür olduğunu görürüz. İnsan varlığı ya da tanrının varlığı bahse konu olabilir mi? meselesini Pascal'ın sanki felsefesinden ele almak mümkündür. Akıl merciimizde tanrıya inanmak, tanrı lehine işler yapmak ve kendi iç dünyamızda nedenlerin zorunlu cevabını aramak yine benliğimizi tabiatla birleştirir. İçimizde kurduğumuz kendimize olan yolculukta engel teşkil eden inanç sistemi ve başka varlıklar, fizik ötesi ya da daha doğrusu metafizik varlıklar olarak kalırlar. Aklın görevi ve salt düşüncenin bizi pragmatik bir bilgiye ulaştırmayacağını, bilgiyi sürekli olarak aramamız gerektiğini ve somut ya da mutlak değerlere dayalı olmadığını ve bizi irrasyonel bir inanca sürüklediğini görürüz. Temelde eleştiri zeminine yatırdığımız ilham ve seziş gücü, çağdaş düşünürlerin aksine insanların farklı psikolojik zeminlerde zihinsel kapasiteler dışında rasyonel temellere götürür. Doğmak ya da yaşamı devam ettirmek de bunlardan bazılarıdır.

Blaise Pascal'ın Tanrı arayışının içinde de, olasılık yaklaşımı oldukça ağır basmaktadır. Amaç, neden, sıra ve öngörü yokluğunun bir özeti olan ve "seçkisizlik" olarak ortaya çıkan yeni bir kavram da, Pascal'ın tanrı arayışını ve hatta anlayışını ifade eder. Belli bir algoritmanın hiçbir varlık ya da inançta var olmaması, hatta matematiğin temelinde ve derin noktalarında dahi düzeysel bir algoritmadan yoksun olması, olasılık denilen yaklaşımını güçlendirmiştir.

 "Kumar Matematiği" adlı çalışmasında, bir mahkumla Hristiyan inancının varlığı hakkında iddiaya giren Pascal, kazananın ebedi mutluluğa erişeceğini belirtir. Burada bir diyalektik doğmuştur; kazanım da yine varsayımsal olacaktır. Öbür dünya inancı ne kadar belirsiz ise, ebedi mutluluk da yine o kadar belirsiz bir ödüldür. İddiayı kaybeden kişi; Hristiyanlık inancını benimsediğinde net bir kayıp olmasına karşın (dünyeviliğin ebediliği) bir ödül olarak görülen mutluluk her daim belirsizdir. Burada dünyevilik, inanç arasındaki kumar Pascal'ın farklı bir egzistansiyalizm mantığını devreye sokmuştur. Kayıp ettiklerimiz sayesindeki kazanımlarımız; eylemsizlik olarak değerlendirmemize karşın bir eylem biçimidir.

Blaise Pascal'ın ihtimaller üzerinde Tanrı'ya erişme çabası da; onun bugün çok fazla kabullenilmese de döneme özgü mantık çalışmalarının en önemlilerinden biridir. Bu ihtimaller dahilinde Pascal; sadece düşünme ya da varsayma durumunu dahi Tanrı'ya ulaşma çabasında bir eylem olarak görmüştür. Bu da; olmayanın olduğu durumunu doğurur. İhtimaller üzerinden çıkan her düşünce, varlığın fenomen haline gelmesine olanak sağlamıştır.

Pascal'ın matematik kuramları ve mantıksal çıkarımları bir yana; günümüz felsefecilerinden Anthony Kenny, Tanrı inancını rasyonellikle bağdaştırmaktadır. İlk rasyonel adımını, uzun yıllar almış olduğu teoloji eğitiminin ardından Tanrı'nın varlığını bilimsel ya da rasyonelist olarak ispat etmeninin mümkün olmadığını ve anti-modernist bir biçimde tanrının varlığının üzerine yemin ederek alabileceği diplomayı reddetmesiyle atar. Tinsel ve teolojik pek çok ögenin barındırıldığı geniş kapsamlı bir eğitimin ardından, rasyonellik ve din arasındaki bağı kurmaya çalışır. Skolastik düşünceyi benimseyen ilim adamlarının ya da rasyonalistlerin yanı sıra, bilimsel olarak ispat edilemeyen Tanrı tasavvuru yerine tek çözümün akla ve mantığa uygun, güven veren bir Tanrı olduğunu belirtir. Kenny, tanrının varlığı ile ona inanılması arasındaki çizgiyi mantıksal uyum ya da rasyonellikle açıklığa kavuşturmaya çalışır.

Sonuç olarak aradan geçen yüzyıllara rağmen, Pascal'ın düşünce sistemi Kenny tarafından sadece biraz daha basit indirgenmiştir. Çıkarımlar arasında, "ya varsa veya ya yoksa" ihtimalleri yerine, elde edilen getirinin sadece iç güven ve huzur olduğu verisine ulaşılır ve bu da teolojiden ziyade rasyonelliğin teolojik kısmıdır.

ABD'li ateist filozof Sam Harris "Delil olmadan bir şeye güçlü bir şekilde inanmak, hayatımızın başka herhangi bir alanında bir delilik işareti olarak kabul görürken; Tanrı inancı bugün anlamsız bir şekilde saygın bulunuyor." şeklinde bir açıklama ile konuya netlik kazandırmak istemektedir.

Sam Harris de, kendi argümanını Kenny'nin, Pascal'ın "ya varsa?" varsayımını güçlendirmesinin aksine, "ya yoksa" varsayımını güçlendirmiştir. Sam Harris de, tıpkı Kenny gibi kendi mantık çerçevesinde kalarak; Pascal'ın inanç kumarı sistemine bu şekilde sergilediği edimiyle ışık tutmaya çalışmaktadır.

Sanatın ve güzelliğin doğasının sorgulanmasında muazzam bir seçkiyle, farklı bir dinamik oluşturan Tarkovsky, imgelemenin merkezinde "incelenen yaşamın" yapısından gelen bir yabancılık, yalnızlık, psikolojik riskleri ele alarak entelektüel bilimsellikten ve bilimsel terimlerin kullanlmasından, ya da doğal bir ahlak felsefesi yerine ifade yeteneği daha güçlü olan bir başyapıt olan Stalker (İz Sürcü) adlı eseri ortaya çıkarmıştır. Matematiğin temelindeki formel ya da sembolik mantık yahut analitik çalışmalar ve bütün bunlar felsefenin ve doğal dilin bir bölümüdür mantalitesini zemine oturtan, meşru nitelikli bir serimleme yapmış.

Stalker, baştan sona her yerde iyinin yaşamlarımıza yol gösterecek bir bakış açısıyla tanımlanmasını söz konusu yapıp derinlerde Pascal, Kant, Schopenhauer gibi düşünürlere dayanan ama yüzeyde içsel ifşaların ve bilincin daha birincil sırada olduğu "yaşantıların netliği" ve "kavramların doğruluğu" arayışında bize yardımcı olmuş.

Zaman içerisinde olasılığa yüklenen kavramların giderek çeşitlenmesini olasılık aksiyonlarının kişinin iç dünyasında seçkisiz üretime geçmesini ve bunun dışa vurgusunu ön görülemezlik kavramlarıyla farklı bir algoritmaya ulaşmasına, üç yolcu üzerinden serimlemiş. İz sürücünün önderliğinde, tükenmiş ve artık yazamayan bir yazar ile bölgede araştırma yapmak isteyen bir profesörün içsel yolculuğunu görürüz.




Film boyunca "Bölge" olarak adlandırılan ve İz Sürücü tarafından eşsiz bir kutsiyetle nitelendirilen yer, filmdeki monogramları kaldırarak, renkli, hayatın tüm canlılıklarını taşıyan ve izleyiciye huzur verdiği kadar bazı anlarda ürperten bir yerdir aynı zamanda. Bir meteor sonucu oluştuğu iddia edilen bölgenin, bir mekandan çok canlı bir bireyin zihnini tasvir ettiğini görürüz. Bir fizik profesörünün mesleğine ışık tutacağı gibi, artık eli kalem tutmayan bir yazarın da yeteneğini ona geri kazandıracak kadar kutsal bir zihindir. İz Sürücü ise, "Bölge" adını verdiği bu eşsiz zihne sadece ulaşmayı ve oraya yeni yolcular taşımayı adeta bir ibadet olarak görür. Türlü tehlikelerden geçerek ulaşılan bölgenin bahşedeceği güzellikler bir yana, doğanın en korkunç manzaralarını da insan zihnine kazımış olması, içsel yolculuğun sadece tasviri olarak sahnelenmiştir Tarkovsky tarafından. Bölge olarak adlandırılan yerin, kıyamet sonrası oluştuğuna yapılan göndermeyle de; yeni ve izole edilmiş bir evren olarak serimlendiğini de görürüz ayrıca. Herkesin erişmek istediği fakat erişirken türlü tehlikelerden geçmek zorunda kaldığı ve tıpkı gerek ilahi gerek ilahi olmayan dinlerde anlatılan cennet olarak alıntılandığını da fark ederiz bir süre sonra. İnanç ile inançsızlık arasında sıkışan bedenlerin, muhakkak ulaşmaya çalıştığı ve ebediyen mutlu olabilecekleri bir yerin büyüsünde kalan üç kişi için, tanrı, din ve inanç artık bir diyalektiktir. Bahşedilen ve büyüleyen yerin uğruna üç kişinin de attığı her adım onların kişisel yetilerinden de mühimdir artık.

"Bölge" olarak adlandırılan yerin, Estonya'nın başkenti Tallin'de bulunması da, sadece filmdeki atmosferi güzel bir şekilde yansıtabilmesi amacıyla seçilmemiştir şüphesiz. Bir zamanların SSCB'sine üye olan Estonya'nın görkemli, tarihi yapılarıyla adeta bir ütopya gibi görünen manzarası ve filmde de sürekli seyirciye sunulan "üçgen" metaforunu andıra çatılarıyla dizyan edilmiş binalar barındırması filmin sanatsal kaygılarla bütünleşmiş psikolojik bir zemin hazırladığını başarılı bir şekilde ortaya koymuştur. SSCB üyesi olan Estonya'nın başkenti Tallin; eski binalarının, surlarının, 14.yüzyıldan kalma belediye binasıyla Ortaçağ'ı andıran görüntüsüyle filme bambaşka bir büyü katar. Tallin de şüphesiz Tarkovsky'nin "Bölge"sidir aslında. Her ne kadar zaman zaman özlemini çektiği, ülkesine olan düşkünlüğünü ve hatta aşkını klasik Rus yazarlarının ve hatta babası Arseniy Tarkovsky'nin şiirleriyle belirten Andrei Tarkovsky için; Rusya ilhamını veren en önemli kaynağıdır. SSCB'nin zaman zaman kendisinde yarattığı hayal kırıklıkları, insanlığı sonsuza dek hüsrana ve korkuya uğratacak olan korkunç nükleer savaşlarının öncülüğüyle; üzerinde derin yaralar ve izler bırakmıştır. Tarkovsky; Tallin ile kendi içindeki yolculuğun izlerini süren bir "Stalker"dır aslında ve bu hissiyatı en derinden verebileceği yer de onun bölgesi olan Tallin'dir.



İz sürücüsü eşliğinde yapılan bu yolculuk dört katmanlı bir yolculuktur aslında. "Benim için her yer ceza evi zaten." diyen İz Sürücü'nün kendi içinde savaştığı ahlak ve mantık minvalinde dilsel analizlerinin yolu, iyinin irdelenmesi dolaylı yolu hümanist tesellilerin insanlık dışı darbelerle yok edilen tabiatın yolculuğu, etik önermeler, dilsel analizlerin meşruluğunu ve doğrulanabilirliğine aydınlık getirmeye çalışan kişisel ve toplumsal davranış pratiğini hiçsel olarak bize sunmaya çalışan bir yazarın yolculuğu, varoluşçuluğun gerçek dünya ile bağlantısının derin anlamda düzmece bir şey olduğunu ve tükeniş mitolojisinden ibaret olduğunu gösteren bir profesörün yolculuğudur.

Filmin başında dünyanın kesin kanunlarla yönetildiğine değinilirken, "her evin kendi ruhu her kilisenin de kendi tanrısı vardır" sözlerine felsefi bir etkinlikten ziyade karmaşık ve derin ahlaki varsayımlara ve düşünce iklimlerinden daha önemli olan bilinçlerimizin değişebilirliğine ve dünya içinde bulunan yasaların teoride yorum bulmadan önce sanatta belirebilir teoride daha sonra sanatı etkileyebilir düşüncesinden serimlemiştir. Yapısalcılık olarak dünya kanunlarını reddeden Tarkovsky, varoluşçu sesin düğmesini açıp sanat yapıtının nasıl sertleştiğini gösterir bize. İnsanın doğumundan itibaren, doğumunda esnekliğin ve zayıflığın hüküm sürdüğünü, sertlik ve gücün ölümün arkadaşları olduğunu ifade eder. Varoluşun anlamının sesiyle başlayıp, kendimize "ben kimim?" sorusunu yönelttiğimiz yaşam minvalinde ve bu yolda elde ettiğimiz cevapların kendi içindeki yolculuğunu Sokrates'in de dediği gibi "kendini bilmenin güçlüğü" felsefesine dayamıştır. Aristokles'e göre, bu kendini biliş yolculuğundaki üç erdem cesaret, ölçülülük ve bilgeliktir. Bu yolculukta bu üç erdeme ulaşırsanız mutluluğa ulaşmanız huzuru, bolluk ve bereket içinde yaşamanız mümkün olacaktır demiştir Sokrates. Çiçero'nun Sokrates'e dediği gibi "kendini bilmek kendini ifade etmenin ilk adımıdır." Kendini bilmek yolculuğunda ilk adım nereden gelip nereye gideceğini, ne yapacağını ne yapması gerektiğini de özetler. Yani insan hakikatinin kendini aramakla geçtiğinin üstünü çizer.



Tarkovsky'nin bu yolculuğunda bir varoluş sorgulamasından çok insanın tabiata kendi özgürlüğü uğruna verdiği zararı ön plana çıkartır. Mucizelerin deneyle ilgisi yoktur diyaloğundan anlaşılacağı üzerine, Bacon felsefesine dayanan yeni araştırma yöntemleri, bilimsel gözlemler, olguların toplanması ve yöntemin uygulamasından yola çıkmış. Bilgiye ulaşmanın amacı her şeyden önce insanlığın iyiliğidir diyen Bacon, tasarladığı bu uygulamalı bilimden doğması gereken toplumsal düzeni, daha doğrusu varmayı, umduğu toplum düzenini ütopya olarak vermiştir. Tarkovsky bu ütopyayı bu üç yolcu üzerinde serimlemiştir. Sahip olduğumuz bu teknoloji "hepsi, bütün o maden ocakları, değirmenler, ve onlar bunlar ve şunlar, sadece daha az çalışıp daha çok yemek için tasarlanmış." sözlerinin zihnimize çarpmıştır. İnsanların tabiata olan inançlarının kafasında yozlaşmasına ve bu yozlaşmayı önleme konusundaki aklın doğal olarak hep teptiği, aradığı doğrudur, tabiatla olan ilişkilerimizde ona barbarlıktan ve küstahlıktan başka bir şey vermemişizdir insan olarak.



Tarkovsky'nin üstü oldukça kapalı bir biçimde aktarmış olduğu; insanoğlunun doğaya ettiği ihanet de pek çok noktada serimlenmiştir. Makinelerin korkunç gürültüsünün ve insanoğlunun verimlilik esasına dayalı olarak ekonomik kaygılarla yavaş yavaş tüm yeteneğini kaybedip cisimleşmesinin de, doğanın kendi içerisinde yaşadığı felaketlerden kat ve kat korkunç olduğu gerçeğini göstermiştir. Yanardağların patlaması, vahşi hayvanların birbirlerini parçalaması, yeni coğrafik olguların meydana gelmesi; doğanın kendi içindeki ahengidir sadece ve felaket olarak görülmesi, insanoğlunun zihnindeki kalıplaşmış düşüncelerin tuhaf oyunudur aslında. Ekolojik denge ile dünya yaratıldığından beri varlığını sürdüren doğa, insanoğlunun ona ettiği işkenceye kayıtsız kalamaz ve insanoğlunun ihanetine cevabını en korkunç yollarla verir. Üzerine dikilen binaların görkemli ve hatta büyüleyici gözükmesi, doğanın çağırdığı bir meteor için basit bir detay olacaktır sadece. İnsanoğlu, doğayla içine girdiği bu korkunç mücadelede kendisini yavaş yavaş bitirir ve filmdeki yazar karakteri de, araştırmalarına anlam katmak için bölgeye gelen profesör de bunu göstermiştir Tarkovsky anlatımıyla. İnsanoğlu, makineleşme sürecini ilerlettiği sürece acı çekmeye başlayacaktır. Yazar karakterinin "Bir adam acı çeker ve yazar." sözü de buna ithaf edilmiştir. Adeta tüm insanoğlu adına yapılan bir günah çıkarma niteliğinde gözüken sekansta, yazar doğanın o eşsiz, ucu bucağı gözükmeyen çayırlarında "Bölge" olarak adlandırılan yerde o cümleyi kurar. "Bir adam acı çeker, ve yazar." Artık yazamayan yazar, günahlarını tüm insanoğlu adına itiraf etmektedir ve aslında başka bir zihin olan doğadan, yani Bölge'den af diler.



Bilginin kendisi güçtür diyen Francis Bacon, doğa ve insan arasındaki ilişkiye bambaşka bir anlam kazandırmıştır. Tarkovsky'nin bir su sahnesinde verdiği kadarıyla ve yolculardan birinin suya attığı taş ile suyun bulanmasıyla "insan dünyaya atılan bir taş mıdır" sorusuna cevap ararız ve mucizelerin deneyle ilgisi yoktur sözünü duyarız. İnsanoğlunun doğa nazarında, suyu bulandıran küçük bir taş olması da, insanın doğanın dengesine gerçekten de tam olarak uyum sağlamayan bir yapıda olmasıyla doğrudan alakalıdır. İnsan gibi, kendini çok fazla anlamlandıran bir yaratık oysa kendini barındıran doğanın dengesi ve varlığı nazarında oldukça küçük bir detaydan ibarettir.

Sanatın insan hayatına etkisini, davranışlara yansımasını ve bunun bir bencillik olup olmadığını tartışırlarken yolculardan birinin "nasıl bencillik değil, insanlar hala açlıktan ölüyor; sen aydan mı geldin?" sözlerinin Tarkovsky'nin yine kendi sanatına bir eleştirisi olarak algılarız. Sistemsel ve fiziksel dünyaya bir anlam vermek gereksinimleri ve niyetleri prensip olarak sanata uygulamak Kant'ın entelektüel sezgi nosyununu kullanışıyla, hayali dillerini tuhaf mantıklarıyla oynadıkları anlam yitimi ve toplumsal uzlaşıma uygulanmış olmak kuramlarına serimlemiş. Dil bilimci düşünürlerin vurguladıkları metnin olumsuz yönünü bir haykırış olarak değer ve kurgu materyalistlerine varoluş ve düşünce çizgisine yaklaşık bir konum belirleyerek dünyanın nesnel bir niteliği değil özgürce bir değerlendirme eyleminin fonksiyonu olduğunu vurgulamasına kendi sanatını yaptığı eleştiri ve analiz niteliğinde olmasıyla anlatımlamıştır Tarkovsky.

Yine bir sahnede "Bizi masumların gazabından kurtarın." sözünü duyarız ve aynı anda kadraja büyük bir su birikintisi, suyun içinde fanus şeklini almış balıkların olduğu bir imge görürüz. Tabiatın bütün güzlelliklerini tüyler ürpertici bir kusursuzlukla reddeden insanın kendi dünyalarını eleştirmekle kullanmadıkları standartları doğada nasıl kullandıklarını yüksek perdeden sunmuş Tarkovsky. Her çağın sıkıcı rasyonalizmiyle birleştiren insan, görünen tüm ciddi eksantrik ahlakçı ve aşırılığa kaçına inançla dizginlenmemiş hastalıklı ve duygusal yönüyle en çok zararı yine tabiata vermiştir.

"Sanat bencil midir?" tartışmasına tekrar bir sahnede yer veren İz Sürücü'nün konuşmasıyla film devam eder. "Müzik gerçekliğe her şeyden daha az bağlıdır. ya da bağlıysa bile mekaniktir, fikirlere bağlı değildir. Basit bir ses, çağrışımlardan uzak. Yine de bazı mucizeler gibi yüreğimize ulaşmayı başarır. Bizim içimizdeki düzenlenmiş seslere tepki veren kısım neresidir? Buna neden ihtiyacımız var? Sonuç olarak her şeyin bir anlamı ve sebebi var. Müzik üzerinden ahlaki tepki kaynaklarını bize hissettiren belirsiz bir dogma ve otorite kavramını iç güdüsel olarak hem kendi dünyasını ele geçirdiğini, teori üretmenin minimal tarafını müzik ve sanat dahil bütün keşfettiğimiz şeylerin ahlaki araç ve gereçlerin ahlaki olmadığını insanoğlunun bu keşfi tamamen kendi çıkarlarında kullandığını, Hegel felsefesi gibi Tarkovsky de bize mantıksal bir çerçevede vermiş. Aslında insanın boş bir inançtan ibaret olduğunu, tabiatla sonradan edindiği mekanik şeylerin doğru tercih hangisidir boşluğuna tesellisiz düştüğünü göstermiş. Tüketme, madde ve mana anlamlarını maddelerin çevreleri bazıları gayet açık, bazılarının da çok tuhaf gelen dertler listesi olduğunu varsayımlamış. Eşitlik, demokrasi, özgürlük gibi bildik düşüncelerin emek sorunu ışığında yeniden kavranması ve anlamların değişmeyen her şeyden bağımsız mutlaklar gibi kabul edilmesi gerekli felsefesine insanın doğası gerektiği sonradan edindiği bir takım sanatsal zevk ve ahlaki değerlerle tamamlanmıştır.



İnsanın tüketmeye yönelik yanlarına bildiği tek şey tüketmek, bütün gazeteciler ve siyasiler dahil insan kendi kurduğu düzenin içinde hapsolmuştur sözleriyle vermiş. Bu bölgeye gelenler burayı keşfetmek için değil, para ilham için değil, dünyayı değiştirmek için gelecekler, orduların yaptıkları askeri darbeler ya da hükumetin içine sızmış mafya üyeleri de derken aslında insanın olmadığı her yerde; tabiatın ise kendi düzeninde, insan zihnine göre kaotik olmasına rağmen oldukça rasyonel bir algoritma içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Dünyayı yönetmek istemek, adil bir toplum kurmak, tanrının yeryüzündeki krallığıdır sadece sözleriyle özet bir ahlak anlayışını kendi atölyesinde harmanlayan Tarkovsky esin kaynağı arıyorsak çok uzağa bakmaya gerek yok der gibi ikinci tüketicilerin uğradığı zararları anlatımlamıştır. Kapitalist ekonomik ilişkilerin yarattığı aydınlardan duyduğu endişeyi sosyalist bir düzenekte de pek uygulanabilir olmadığını Villian Morris'in de savunduğu yaşayan bir ahlak düşüncesi olarak aklımızda tuttuğumuz ideallerden çok fazla geride olmayan o noktaya dönmenin zamanıyla, o bölgeye vermiş olduğuı anlamlandırma da ortaya çıkmıştır. Sahnede gördüğümüz yolcuların bölgede bir bomba bulması ve o bombanın yanlış bir ele geçerse kötü şeyler olabileceğini söyler. Yine bir sahnede geçen, sizin planınız insanlığı iyi eylemle nefessiz bırakmaktır sözüyle de; iyi olarak gösterilen teknoloji, mekanik bir çağ yaratma ve eskiye dair olan her şeyin yitirilmesi düşüncesinin yarattığı tehlikenin de bombanın kötü niyetli siyasi, askeri ya da devlet düşmanlarının ele geçirilmesinden çok da farklı olmadığını göstermiştir. Kültürel ve hatta ortak mirasa dayalı kültürel bilgi birikimi, faaliyet ve her şeyin insan eliyle yok edildiği çağda aslında o bomba çoktan bulunmuş, kullanılmış ve amacına da ulaşmıştır. İz Sürücü'nün amacı ise o fiziksel görünümlü manevi bombadan "Bölge"yi korumaktır keza.

Taşların arasında bir kemik yığını üstünde yeşil bir bitkiyi kadraja sokar Tarkovsky. Aslında bu bize insan ve tabiat arasındaki o kirli ilişkiyi çok güzel anlatır. Savaşların sona erdirdiği hayatlara rağmen, tabiat çiçeklerini ve bitkilerini vermeye devam etmektedir. Müphem kalmış bütün düşüncelerin formüle edildiği bu sahnede insanın tabiattaki diktatörlüğünün savaşta kalan ölülerden çok da farklı olmadığı bir yansımasıdır belki de.

Hemen her filminde köpekleri kadraja sokan Tarkovsky, Stalker'da da bazı sahnelerde gizem yaratan o ilginç köpekleri yine seyirciye sunmaktadır.

Köpeklerin dostluğundan asla şüphe edemeyiz. İlk evcilleştirilen ve yeryüzünün en antik ruhunu barındıran kurtlardan evrimleştiği varsayılan köpeklere olan sevgimiz insanlara olan sevgimizden çok daha büyük derinlikler taşır farkettiğimiz müddetçe. Platon en derin sevginin mutlak hakikat ile olan ilişkisine dayandırmıştır. Bu bağlamda, Platon'un tanımlamasına uyarak köpeklere olan hissettiğimiz gerçek sevgiyi de hakikat ile bağdaştırırız. Platon'un iyiliği ebediyete kadar istemesi, kendince sevgi tanımıdır. Burada gerçek sevgiye ve iyilik inancına sahip olan da, insan değil köpeklerdir Tarkovsky'e göre ve bunu seyirciye küçük bir sahnede sunar. Köpek, öldüğünü düşündüğü İz Sürücü karakterine koşar ve onunla ilgilenmek ister. Bu sahnedeki monogram da, köpekler için sadakatli bir içgüdüye karşı insanoğlunun varlığının hayvanlara göre daha önemliymiş gibi toplumsal bir öğretiye dönüşmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Zalim olan, yıkan, yok etmeye programlı bir makineymiş gibi yetiştirilen ve bu evrimsel süreçten kopamayan insan ona yaklaşan bir köpek kadar maneviyat barındıramaz hiçbir zaman. Bu monogram da, o renkli dünyayı yok eder filmde ve insanoğlu kendi karmaşık duygularıyla yüzleşir. Sevginin gerçekten de insanlardan çok köpeklerin iç dünyasıyla bağlı olduğunu görürüz. Tarkovsky'nin bir diğer filmi olan Nostalghia'da da korkunç bir şekilde intihar eden delinin yakarışlarına ve çırpınışlarına kulak asmayan insanoğlunun yanında, o çakmağı çakarken onu durdurmak isteyen ve pür dikkat onu izleyen bir köpek görmüşüzdür. Sonuç olarak Platon yanılmıştır, fakat Tarkovsky haklıdır. Sonsuz iyiliği isteyen ve istemeyi başaran dahi insan değil, köpeklerdir.



Evrensel gerçekleri verme iddiasında kusursuz ifadeler sunan ve sanatında iç güdüsel sanat imgelerini kendi sanatına karşı bir tepki olarak kullanan Tarkovsky varoluşçu davranışçılıktan sosyolojik pragmatimze sessizce geçiş yapan batı ahlak feslefesine de kafa tutarak sanata karşı felsefi şekilde gösterilecek düşmanca tepkilerden kaçınarak liberal varoluşçuluk romantizmini içtenliğe ve dolaysızlığa değer vermekle sanatına motive etmiş. Sanatı değiştirmek sanatçının kendi gerçeklik anlayışını resmi ve biçem dışı bırakır fikrini anti sanat ve devrimci sanat ilintileriyle sürrealist bir harekete taşımış.


                                                                                          Sefa DEMİROCAK & Bahar DENİZ