6 Ağustos 2019 Salı

Entel Lümpenleri Niçin Öldürmeliyiz?

Az çok hepimiz Şükrü Erbaş'ın "Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz" şiirini biliyoruzdur. Zira şiir yazıldığı dönemde olumlu olumsuz büyük ses getirmiştir. Şiir Melih Aşık'ın Açık Pencere isimli köşesinde yayınlandıktan sonra dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in cevap olarak "Süleyman Demirel Şiir Eleştirisi" başlığı altında, bizzat Süleyman Demirel tarafından kendisine faks geçilmiştir.

Şiire günümüz toplumunun gözünden bakarsak ve Süleyman Demirel yerine günümüz iktidarını ele alırsak, Süleyman Demirel kadar şiiri ironik bulacak bir iktidara sahip değiliz. Keza tekrardan Şükrü Erbaş'ın Süleyman Demirel'e karşı tez olarak yazdığı ve görüşlerini bildirdiği yazıyı okumanızı tavsiye ederim. Bir kısmını buraya bırakıyorum.

Bu şiir benim başımın belası bir şiir. Tarihsel ya da sosyolojik açıdan dünya kadar söz söylenebilir. Şiirde söylediklerimin dışında -şiirin açıklaması olarak değil elbette- çok kısa şunları söyleyebilirim: "Ben kaba bir dünyada yaşamak istemiyorum. Benim geleceğimi ufukları eşiklerinden öteye varamayanlar belirlesin istemiyorum. Bencilliğinden başka erdemi olmayan insanların dünyamıza iyilik ve güzellik katacağına inanmıyorum. Felsefeyi, sanatı, bilimi bilmeyen, küçümseyen; dinini mülke; mülkünü dine dönüştüren insanları sevmiyorum. Ne yazık ki ülke, tenha kasabalardan ışıklı kentlere kadar, bu düzeysizliğin egemenlik alanı haline geldi. Gerisinde bu bakışın yattığı bir şiirdir "Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?". Kendim için onlar için insan onuruna yakışır bir yaşama biçimini tersinden söyleyen bir dili, kurgusu vardır. Sevmediğimiz değil sevdiğimiz insanlar bize dert olur değil mi? Yargılanan aslında feodalizm, gelenekler.

Dönemin şartlarında şiir oldukça sert tepkiler alsa da; ironiyi anlamayanların kaçırdığı pek çok nokta vardır. Örneğin Şükrü Erbaş şiirinde köylüleri iktidarın oy deposu olarak tanımlamıştır. Fakat günümüze geldiğimizde kırsal değil, kentsel kesimde hayatını idame ettiren ve bugün kalburüstü sayılabilecek olan doktorluk, avukatlık, mühendislik, akademisyenlik ve hatta ceo'luk gibi görevlerde bulunan insanların da iktidarın oy deposu haline geldiğini görüyoruz. Karşı tez olarak, ülkenin doğu kesiminde hayatını sürdüren, ötekileştirilmiş etnik kökenlerin ağalık, beylik sisteminin devam ettiği bir ortamda, sanayileşmenin hiçbir şekilde olmadığı yerlerde bu oy depolaşması hala mümkün. Burada biz buna, psikoloji açısından bakarsak öğrenilmiş çaresizlik diyebiliriz. Hatta kitlesel bir durum söz konusu olduğu için, bunu sosyolojik olarak da aynı şekilde değerlendirebiliriz. 

Şükrü Erbaş'ın şiirine günümüzden zıt bir şekilde bakalım. Köylüler yerine tahsil görmüş, köylülere göre medenileşmiş, sanayinin ve teknolojinin bütün imkanlarını kullanabilen insanları ele alalım. Şükrü Erbaş ne diyordu? "Ben kaba bir dünyada yaşamak istemiyorum." Eminim bu şiiri bugün yazmış olsaydı ironik değil de bütün çıplaklığıyla bu dediğimiz kesime ithaf ederdi. Eğitimin cahili olmuş, sosyalleşmeyi okuyup ama okuduğunu anlamamaktan, öğrenip ama öğrendiğini paylaşmaktan yoksun bir zümre var. 

Zira Paulo Coelho'nun Zahir kitabında geçen Lütuf Bankası tanımlamasına katıldığım bazı yerler var. Lütuf Bankası; günümüzde iktidara yakın iş adamlarına güzelleme yaparak ileride bunun karşılığını nasıl alırım diye yatırım yapanların bulunduğu bir topluluktur. Paulo Coelho'ya göre bu Lütuf Bankası'dır. Sözde bu okumuş eğitimli insanlar kendilerinden daha az tahsil görmüş kişilere bilgi aktarımı yapmak yerine, giderek onları yozlaştıran bir tutum sergilemektedirler. Yukarıda Şükrü Erbaş'ın aslında yargılanan gelenek dediği şey burada eğitim sistemini tamamen yanlış anlamış kişilerdir. Düşünce ve ifade özgürlüğünün zaten oldukça kısıtlı olduğu ülkemizde geriye doğru bir kavimler göçü söz konusudur. Eğitim sadece yozlaştırmıyor, kölelik sistemine geri götürüyor sanki. Toplumsallaşmalarda eğitim seviyesi ne kadar önemliyse, aldığı eğitimin bilincinde olup bunu aktarabilen, eleştiriyi bilginin otoritesine sabitlemeden, ideolojisi sadece öğrenmek olmayan, öğrendiklerini aktarmak olan insanların olması hepimiz açısından ve ülkenin geleceği açısından önemli fakat böyle bir toplumsallaşma yok denilebilecek kadar az. İnsanlar kişisel olarak lütuf bankasını kullanmaya devam ettikleri sürece aslında Şükrü Erbaş'ın ironiyle yaklaştığı köylülerden daha tehlikeli bir toplum gelmekte. Modern çağın linçleri kültürel linç, eğitimsel linç, psikolojik linç, bunlar ne yazık ki daha büyük yobazlık ve gelecek toplumlara kalan kötü bir mirastır. 

Eminim günümüzde Şükrü Erbaş'ın şiirini toplum olarak ele alsaydık, ahlaki bir linçle başlardık. Elbette yazmak kimsenin tekelinde değil ama günümüz toplumunun ihtiyaçlar hiyerarşisinde gereklilik açısından ilk sıradaymış gibi gelirdi. Topluma dayatılmış normlar ve islami değerler çerçevesinde değerlendirirdik. 

Aynı şiire günümüz iktidarının gözünden bakarsak bu ironiyi anlamamız pek mümkün görünmüyor. Zira her gün kalemi kırılan akademisyenlerin, yazarların, gazetecilerin olduğu bir ülkedeyiz. Kalemi kırılan bir yargıcın kalemini kıran da bir yargıçtı. İktidar eminim eleştirdiğimiz bu sözde eğitimli oy depolarını kaybetmek istemezdi. "Bir şeyin en iyi koruyucusu, en iyi bekçisi, o şeyin en usta hırsızdır da." Devletin, daha doğrusu iktidarın bulaşıcı olan bu hastalığı ne yazık ki ciddi anlamda yayılmış durumda. "Doğru olmayan doğru olandan daha iyi yaşıyor durumda." Diğer taraftan bu toplumu değil de Şükrü Erbaş'ın dediği gibi köylüleri ele alırsak yine burada "Doğruyu eğriyi kendi kendine ayıramayıp hakime yargıca başvurması, adaleti başkalarından beklemesi, toplumsal kurallarda aykırı bir şey olması gerekir felsefi açıdan bakarsak. Ama ne yazık ki bunlara başvurmak zorundalar. Devletin köylüleri veyahut okumamış, eğitim seviyesi geride kalmış toplumları ötekileştirip oluşabilen kaosları sadece o toplumların üstüne yıkarak o toplumu giderek büyüyen bir canavara dönüştürmektedir. Asıl canavar bu toplumların ürettiklerini sömürerek sanayi ve tarım alanında sözde okumuş eğitimli insanların ağzından pazarlayıp kazanç elde eden devlettir. Burada Platon'un Devlet kitabından örnek verebiliriz. "Bir çoban için en kötü, en tehlikeli şey nedir? Sürüleri korumakta kendine yardımcı olan köpeklerin kötü yetişmiş olması, açlık ya da kötü huyları yüzünden sürüye saldırmaları, köpekken kurt olmaları değil mi?"  Yani bu insanları bu hale getiren tamamen devletin kendisidir. Kanuna saygısızlık buradan başlayıp yavaş yavaş gelenek, göreneklerimize sızıyor, daha sonra daha da güçlenerek insanlar arasındaki davranışlara geçiyor, oradan da küstahça devletin anayasasına. Yani baştan eğitimli, aldığı eğitimi yerinde kullanabilen, bildiklerini paylaşan bir toplumdan oluşan bir devlet olsaydı bu kaos aslında bir düzen olmuş olurdu. 

Bu devleti meydana getiren ve Şükrü Erbaşın da dediği gibi köylüleri oy deposu haline getiren monarşi ahlakıyla yetişmiş sözde eğitimciler ve eğitim sistemidir. "İnsan denen yaratığı eğitimle aydınlanmış ve aydınlanmamış olarak düşün. Bunu şöyle bir benzetmeyle anlatayım. Yeraltında mağaramsı bir yer, içinde insanlar, önde boydan boya ışığa açılan bir giriş. İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından boyunlarından zincire vurulmuş bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyor ne de burunlarının ucundan başka bir yer görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki kafalarını bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında. Mahpuslarla ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar, hani şu kukla oynatanların seyircilerle kendi arasına koydukları ve üstünde marifetlerini gösterdikleri bölme var ya, onun gibi bir duvar." Platon'un Devlet kitabından bu bölümü örnek gösterilerek, devleti ve sözde eğitim almış iktidar yanlısı toplumu mağara olarak düşünebiliriz. 

Zorba'nın kalabalıkları yutturduğu parlak görünüşün arkasındaki gerçeğe ulaşmalı. Alışılagelinmedik özgürlük sadece bizi devlete zincirler. Yalnız elleri ayaklarıyla çalışabilen insanlar bu özgürlüğü asla farkedemezler. Birilerinin dayattığı bu özgürlüğü farkettiklerinde ise içlerindeki hayvanı dizginleyemezler ve buradan kaos doğar. Bizim ülkemizin kaosu özgürlüğüdür. Oy deposu da entel lümpenleridir. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder