20 Temmuz 2021 Salı

Eternity and a Day (Theodoros Angelopulos, 1998)

 Modernizmin en merkezi özelliği olan yaşam kavramını birçok yazar daha önce incelemiştir. Bu noktada Rus ve Fransız yazarların keşfettiği yaşamsal dünyevi ve günlük hayatın sıradan konuları daha sonra sinemaya da serimlenmistir. Spinoza, insan bedeninin yaşama faaliyetini son günmüş gibi yerine göre ten, beden,  yerine göre cisim ve varoluş sancısı olarak tanımlamıştır. "Düşüncenin bütün yolları insan yaşamının biçiminde birleşir" diyen spinoza, ruhun sorunlu gerçekçiliği ve özerkliğini kabul ederek; insanı karanlıktan çıkaran ezeli kanunların kavranmasına yükselmek için, varoluşun huzursuzluk ve karanlığından çıkarak mutluluğu kazandığımızı savunur. Akıl ve irade sıfatlarına tanrıdan önce insanı tanımlayan spinoza, Tanrının aklının kendi özünün koruyucusu olması bakımından, insan yaşamının nispetle devamının irade ve akıl yoluyla modernizme katkı sağladığını da savunur. Spinoza, "Kendi başına göz önüne alınan ve tabiatı varlığı gerektiren her şey kendi kendinin nedenidir, kendisinin nedenidir ve yalnız kendi tabiatını zorunluluğuyla vardır" der. Buna göre; insan yaşamı doğduğu andan itibaren varlığının mutlak tabiatında  arayış içinde geçer. Bu doktrinler daha sonra topluma dikte edilir.


 İnsanların yaşayış tarzı üzerine, tabiatın ortak kanunlarına bağlı olanları değil,  tabiatın dışında olan şeyleri de mutlak bir güce ve mutluluğa ulaşmadaki Tanrısal bir güç olarak algılarız çoğu zaman. Dercartes, insanın yetkin duygularını tutkularına ilk ve nedenlerini ve onların kullandığı araçları bize tanıtmaya çalışmıştır birçok denetimlerinde.  İnsanları tanımaktan çok onların Duygun alışları ve etkilerinden nefret etmeden onları şüphe duymadan yaşam biçimlerini, erdem ve işleme güçlerini araştırmanızı önerir. İnsanın hayatı boyunca izlenimlerini,  yaşadıklarının izlerini tabiata üstün gelme çabasına bağlar Dercartes. Mutlak olarak göz önüne alınan arzu, yaşanılan ve yaşanılması gereken anıların tasarlanması insanın özüdür, kökü akıldan gelen duyguların tekrardan yaşayan olma isteği ve varlığın özüne bir anlam bulmadan insanın tasarladığı şeyler, yine kendi yaşam biçimine ipucudur. İnsan yaşamının ahengi, ahlaka ait olan şeylerin güçsüzlüğünden insanın kendisine yarattığı alan, şehvetten doğan sevgi yine insanın içsel savaşıdır.


Genel çizgileriyle, bir taraftan bireyin varoluşunu hareket noktası olarak kabul eden varlık felsefesi, kişinin dünya içindeki yer alışlarını, başkaları ve toplum karşısındaki yerini ve değerini anlamaya çalışan tabiatını onun eylemlerini etik felsefeyle birleştirmiştir. Temel sorun, "insanoğlu bu usdışı anlamsız dünyada nasıl yaşar" sorusuna yanıt aranmasıdır. Sartre gibi birçok filozof yaşamı anlamlı kılabilmek için kişinin tecrübe edilme yollarını ve daha insancıl inançları araştırmışlardır. Dünya üzerindeki anlam arayışının tırmanmasının nedeni; toplumsal yapıdaki değişmeler, kapitalist yaklaşımlar, kişinin özgürlüğünü yitirmeye başladığı şartlar olmuştur. Kişilere göre farklılık gösteren varoluşçuluk tanımları; Mounier'ye  göre umutsuzluk, Hameline'e göre bunaltı, banfi'ye göre kötümserlik, wahl'a göre başkaldırış, Marcel'e göre özgürlük, lukacs'ya göre idealizm, Benda'ya göre usdışılık, Foulquie'ye göre saçmalık felsefesidir. 


"Önce insan vardır sonra şu veya bu adam" ve yine ona göre özgürlük ancak her şey anlamını yitirdiği zaman ortaya çıkabilir" ana fikrini temelini oturtan 1998 yapımı Eternıty and a Day, ölüm ve yaşanmışlık arasında sıkışmış, varlığın manasını şiir ve kelimelerde arayan Alexandre'nın hikayesini taşır perdeye. Geçmiş bugün ve gelecek arasında sıkışıp kalan Alexandra'nın hikayesi;  dans eden görüntüler, kadrajın durağan hali seyirciyi gerçekliğin içine âmâ olarak geri göndermektedir. Çıplak, sessiz ve soğuk sinema diye adlandırdığımız atmosferin içine yerleştirilen şiirsellik seyirciye soru sorma yetisi veriyor. Bir günlük ömrü kaldığını düşünen Aleksandra'nın mülteci bir çocuğu hayatına dahil etmesi ile kompleks ve korku ile tekrar yüzleşmesini sağlar. Kitlesel bir ideolojiye ulaşmaya çalışan yönetmen, etnik soydaşlara ve politik anlayışlara da ince gönderme yapar. İnsan, önce kendine yabancılaşması daha sonra içine girdiği dünyanın sonsuzluğuna katılmasıyla geride bıraktığı bütün yaşanmamışlıklarla tekrar  yüzleşmek ister. Alexandra'nın hikayesi tam olarak budur aslında.



 Hayatı şiirlerle geçmiş bir şair olan Alexandra, mülteci çocukla karşılaştıktan sonra tamamlayamadığı kelimelerin tekrar arayışına girer. evrensel bir dil yakalamaya çalışan yönetmen, tıpkı yeni dil öğrenmeye başlayan birinin bunu hep kendi anadilini tercüme edip durması gibi kelime avına çıkar. Bu yeni dilin ruhunu özümseme ve kendisini bu dille özgür bir şekilde ifade edebildiğini söyleyebiliriz. Hegelci kavramı benimseyen yönetmen, diyalektik imge dediğimiz karşıt sanatın ve düşüncelerin birleştirilerek yeni bir dil yaratma arzusunu Aleksandra üzerinden vermiş. Seyircinin istek imgesine göz ardı etmeyen yönetmen, ölümden önce bir günü nasıl geçirdiniz sorusunu seyirciye yöneltmiş. Dili, diğer toplumsal ve duyusal faaliyetlerle birlikte ele alan yönetmen, kelimeleri ancak pratik bir yaşam biçimiyle iç içe geçtiklerinde dünya ile başa çıkabilecek bir dil meydana getiriyor. 



Mülteci bir çocuğun hayatını kurtardıktan sonra kendi sahip olduğu hayatın bütün alanlarını sorgulayan Alexandra, modernizmi temsil eden ve  ölmüş olan eşiyle de bütün hayatını sorgular. Yarım kalmış bir şiiri tamamlamaya çalışan Alexandra, aynı zamanda kendi hayatında yarım kalmış hikayesini tamamlamaya çalışır. Mülteci çocukla beraber Kelime satın alma oyunu oynayan Alexandra, edindiği bu kelimelerle yarım kalan şiiri tamamlamaya başlar. Yönetmenin bu Kelime satın alma oyunu ile beraber vermiş olduğu mesajlarda özellikle kültürün güzelliği sahip olduğu dil ve yaşamsal unsurların hayata daha olgun daha zinde ve renkli bir tür şiir olarak yükselişe geçilmesini işaret eder. Dilin yaşamsal özünün yağmalandığı birçok toplumda; insanlar yeni bir dil yaratmak için hislerin nesilden nesile aktarılmasını sağlamak için şiir ahengine uyum sağlamışlardır. Alexandra'nın yarım kalmış bir şiiri tamamlamaya çalışırken, kendi hayatına verdiği değer de aynı anda sorgulanır. Herder'e göre yaşamı sağlığına kavuşturacak şey sıradan halkın hayatıdır; sanki orta ve üst sınıflar uygarlığı temsil ederken, halk da kültürü yansıtmaktadır. Alexandra'nın mülteci çocukla bir düğüne katılması ve burada başka ülkelerin insanlarından Kelime satın alması, bir nevi aynı dilin altında toplanan evrensel mesajıdır. Yönetmen, uygarlığın içsel eleştirisi olarak kültürel romantik popülizmine doğumdan ölüme Alexandra üzerinden evrensel bir mesaj iletir.



İnsan yaşamı, varoluşçulukta net bir cevaba ulaşamazsa da bütün tanımların birleştiği noktadan insanın kendi özüne, bugün ve yarın gelecek içinde soyut kavramların içine düşerek anlam aramaya çalıştı bir gerçektir. Özgürlük yolunda kendini seçmenin,  toplumsal bir sorumluluk olarak bağlanmasını, varoluşçuluk öğretisinin özellikle sanatta yararcı bir noktaya gelmesini yönetmen dolaylı bir yolla serimlemiş. İnsan her şeyden önce kendisini anlamsız bir varlık, boş bir hayat karşısında bulur çünkü bir varlık yaratılmamıştır hiçbir sebebe dayandırılamayacağı için de gereksiz fazla ve saçmadır.  Bu durumla karşı karşıya gelme insanda bir irkilme ve tiksinme halini ortaya çıkarır. Sartre, buna "bulantı" adını verir. İnsan, bir  taraftan varlığın bütün ağırlığını kendi omuzlarında hissetmekte diğer taraftan ise onu bir saçmalıktan ibaret olduğunu kavramaktadır. O halde bu insan kendi evrenini ve kendi değerlerini kendisi yaratmak ve ona kendine özgü proje çerçevesinde bir anlam kazandırmak zorundadır. Bu noktada yönetmen, Alexandr'nın yeni bir anlam arayışında karşısına mülteci çocuğu çıkarması tekrar doğum doğum sonrası bireyselliği ön plana çıkarır. Yabancılaşma, acı çeken bir ruh,  mutsuzluk ve anlam arayışı bütün bunları bir çocuk ruhunda birleştiren yönetmen,  Alexandra'yı tekrar sonsuzluktan önceki güne götürür. İçine aldığı bütün özgür ifadelerin kapalı kavramlar olarak verilmesine karşı çıkan yönetmen, seyirciye bolca açık alan bırakmış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder