22 Mayıs 2020 Cuma

Abbas Kiyarüstemi-Köker-Deprem üçlemesi üzerine

Sanat ve sinema kendi içinde yine çeşitli sanat akımlarının etkisinde kalmıştır. Resim sanatında ortaya konulan akımlar sinemadaki eğilimleri de etkilemiştir. Empresuonizm, Kübizm, Fütürizm, Soyut Sanat, Ekspresyonizm, Sürrealizm, Yeni Dalga ve Yeni Gerçekçilik gibi sanat akımlarını, doğalcı bir dille içine alan sinema; kurgu yöntemleri ve imgeleme eğilimlerinin temelini oluşturmuştur. Bu eğilimlere; kültürel, siyasal, düşünsel, ekonomik ve psikolojik etmenler önemli katkı sağlamıştır. Sinemanın oluşum öncesi yaşanmışlık hikayesi ve ana hatları oluşumu, ses öncesi ve sonrası olarak dikey biçimde keskin sınırlarla ayrılması klasik ve alternatif yönelimlerin kurgu biçimleri açısından filmlere gerçeklik olgusu katmıştır. Oluşturulan alan, hangi koşulların ve hangi sanat akımlarının sinemayı ne şekilde etkilediği bir çok kez seyircinin kendi bakış acısına bırakılmıştır.

Sanatın içine aldığı bu perspektifler ve anlatımlama ve analizlemeye dair yalın dil, sinemaya zenginlik olanağı sağlar. Sinemanın  kendine özgü bir dil oluşturması ve yaşanmış olayları serimleme analizi zamanla bir deney bir araştırma alanı haline gelir. Hedefe dair doğru yol alma, kurgusu, ses teknolojisi ve anlayısıyla yönetmenlere yeni bir anlatı olasılığı sağlar. Çoğu zaman gerçek olaylara dayanan sinema sanatı, edebiyatı da önüne katarak kurgu mantığını anlatıya aktararak, gerçekliği bölme ve parçalama işlemi içinde daimi bir şimdiki zamanı bu oluşuma yerleştirir. Amaç, dikte edilen klasik anlatı yerine, seyircinin imgelemini oluşturan, zihinsel işlerliği kazandıran filmler yapmaktır. Refleksivite ve soyutlama kavramlarını sinemaya imgelem yaratma yoluyla geçmesi sağlanır. Dünyanın en önemli aracılarından biri olan sinemanın, düşünsel, zihinsel etkinliği çoğaltması yolunda edebiyat ve yaşanmış olayların kapısına dayanmıştır.

Sinemayı endüstri bir artık olmaktan çıkaran, sermaye piyasasından geri çeken ve insanlığı ön plana koyup, imgeleme sanatını kullanan yönetmenler arşivlik filmler yapmışlardır. Tarkovski, Mühürlenmiş Zaman kitabında: film sanatı ve estetiğin ilkesinden uzun uzun bahsetmiştir. İnsan ve hayatı anlamanın farklı yollarından bahsetmiştir. Sinema yerine "film sanatı" demesi de bundandır." Sinema insanın anlamı, güzelliği, derinliği arama serüveninin amaçlarından biri" der.
Sinemanın içinde duran o hikayeyi ön plana çıkaran ve içinde duran hayatın kemirilmesine izin vermeyen bir başka yönetmen Abbas Kiyarüstemi. 1970'ten beri kısa ve uzun metrajlı gerçek kesitlerle belgesel tadında eserler vermiştir. Tarkovski hayranı olan ve onun sanat anlayışını kendi sanatına dokuyan Kiyarüstemi, İran sinemasının duayenidir.

Yalın sinema tekniği ve anlatısıyla çektiği bir üçlemeden bahsedeceğim. Köker ve Deprem üçlemesi diye geçen filmler aslında İran'ın köker köyünü ve İran depremi sonrasını anlatır. Üçlemenin birinci filmi: Hane-i Dost Kocast(Arkadaşımın Evi Nerede)
1987 yapımı olan filmde, Köker köyü ve orada yaşayan çocukların hayatına yaklaştırır kamerasını Kiyarüstemi. Sinemanın tüccar zihniyetinden uzak bu yapım, küçük, bağımsız samimi adanmışlıklarla ortaya çıkıyor. Çocukların saf ve kirlenmemiş dünyasını, disiplinli bir anlatısallık üzerinden, bu dünyayla kurduğu ilişki üzerine odaklanmış Kiyarüstemi. Salt gerçeklik üzerinden ilerleyen yönetmen, arkadaşına kendisinde kalan defterini vermek için onun evini arayan Ahmed'in yolculuğunu anlatımlarken, aynı anda bu köyde bulunan hanelere ve yoksulluklara odaklanır. Sevgi ve sadakat ilişkisini, yaşam alanından, mecburiyetlere ve mecburiyetten yaşama doğru olmak üzere iki yönlü bir bakış açısıyla ele almış.

Sanatın keşfi ve  gelişim süreçlerini, Ahmed ve Rıza Nimetzade''nin arasında geçen o saf fedakarlık boyutuna taşıyan yönetmen, üzerinde durduğu bu duygu aktarımı konusunda sıkmadan bir perspektif oluşturmuş. Ahmed'in yorulmadan sokaklarda koşması ve arkadaşının evini araması, korkuyla karışık mecburiyet ve sadakat harmanlaması bizi köker köyünün o yoksul ama sevgide zengin sokaklarına götürüyor. Çift merkezli bir anlatımla,  Ahmed'in sokaklarda koştuğu sahnelerde, diğerlerinin binek hayvanlarına binip gitmesi, salt sanat anlayışına taşıyor bilincimizi. İranlı şair Sohrab Sepehri'nin "Dostun Evi nerede" şiirinden gelen filmin adı, kadraja taşınan arayışın ve yolculuğun bütünsel duygu anlatılaması olmuş. Sabır ve sevgi konusunun anlatıldığı bir diğer sahne, Ahmed ve bir dede arasında geçen diyalogdur. Ahmed'in mecburiyeti olan, ödevi yetiştirme, arkadaşının evini bilmemesi ve defteri ona ulaştırma isteği bir mücadeleye dönüşüyor. Çocuk kalbiyle bu sevgi ve sadakat mücadelesini kazanan Ahmed, dünyanın neresinde olursak olalım
bizi o sevgiye ulaştırma isteği uyandırıyor.

Dostun evi nerede?” diye sordu atlı şafak vakti

Gökyüzü durakladı

Yolcu, verdi kumların karanlığına dudağındaki ışığı

Parmağıyla gösterdi akkavağı ve dedi:

Ağaca gelmeden

Bir bahçe yolu var, daha yeşil Tanrı’nın düşünden

Aşk orada sadakat kanatları kadar mavi.

Gidersin sokağa yolun sonuna kadar; büluğ baş

Gösterir arkadan

Sonra saparsın yalnızlık çiçeği tarafına

Güle iki adım kala

Durursun yer mitolojisinin ebedi fıskıyesinin dibinde

Ve şeffaf bir koku sarar seni

Fezanın akışkan samimiyetinden bir hışırtı duyarsın

Bir çocuk görürsün

Çıkmış yüksek çama, yavru alıyor nur yuvasından

Ve sorarsın ona:

“Dostun evi nerede?”


Sohrab Sepehri



Serinin ikinci filmi:
Zendegi va Digar Hich(Ve Yaşam Sürüyor)1991
İran depremi sonrası, Köker köyüne oğluyla beraber yolculuğa çıkan bir babanın hikayesidir bu. Kiyarüstemi kendi yolculuğunu koymuş esasen anlatımlamaya. Bir araba yolculuğu ve aklımıza gelen o film; 1997 yapımı Ta'm-e Guilass(Kirazın Tadı). Daha sonra çekilen bu filmde ölümü arayan bir yolculuk söz konusuyken, burada ölümler ve arkasında kalan yaşamlar kadraja alınmış.
Lakposhtha Parvaz Mikonand(Kaplumbağalar da Uçar) filminde, Behmen Kubadi yine bu filmin bir sahnesine selam vermişti. Soran karakteri bir uydu kurmaya çalışıyordu ve savaş haberini vermek için. Kiyarüstemi filminde bu sahne; "Dünya Kupası dört yılda bir, depremse kırk yılda bir oluyor" sözleriyle yer alır. Yine bir uydu bulunmaya çalışılır fakat Brezilya-İskoç(Almanya) maçını izleyebilmek için.


Felsefe ya da postmodern görüşlerin aracılığından uzak duran Kiyarüstemi, anlatısını deprem sonrası hayatlarını idame ettirmek zorunda kalan insanlara odaklamış. Arkadaşımın Evi Nerede filminde oynayan çocukları da kadrajına alır. Hayatın devam ettiği bu köyde, yıkılan evler, gömülen çocuklar  anne-babalar bütün bunların kalanlarına odaklanmış. Çocukların hala sokaklarda oynadığı ve kadınların gündelik yaşamlarına devam ettiği, "hayat var" dedirten bir anlatı.


Serinin üçüncü filmi:
Zir-i Dırahtan-i Zeytun(Zeytin Ağaçları Altında)1994
Sinemasal dil dalında avantajlarını ve olanaklarını yine Köker köyüne odaklamış yönetmen. Bağımsız üç film ama birini izlemeden  diğerinin kafamızda asla oturmayacağı bir üçleme.  Sinemanın güncel sanatta ve yaşanmış hayatta kullanılabileceğini, bu disiplinin anlatısallığın aşamalarına ve kullanım alanlarına dair ipucu veriyor.

Çarşaflı öğrenci bir kız, yönetmen rolünü oynayan Mohamed Ali, depremin hemen ardından evlenen Hüseyin Rızai ve Arkadaşımın Evi Nerede çocukları hikayenin kahramanları. Kadrajına daha çok evleri ve zeytin ağaçlarını alan yönetmen, üçlemenin en basit filmi olsa da Tarkovski'ye selamını bu filmle vermiştir. Diğer iki filmde, usulca Tarkovski sinemasına takılan yönetmen, bu filmle bütün zeminlerine girmiştir. Zamansallık ve mekansallık üzerinden giden yönetmen, toprağın aldıkları ve verdikleri üzerinden anlatısını tamamlıyor. Tanımın, kavramın yeniden şekil almasını almasını sağlayan yönetmen, uçsuz bucaksız tarlalara, ekinlere ve zeytin ağaçlarına odaklanıyor. Dönüşümün ara dönemi aslında bu film olabilirmiş. Kabul görmüş hayatların yeniden tanımlanmasını, kavramsallaştırılmasını, etik ve estetik bir belgesel niteliğinde sunmuş. Üç filmde de gördüğümüz patika yol ve tepede kalan ağaç, üçlemenin anahtar sahnesidir aslında. Genel özellikler bütün alanları ne ölçüde kapsar, hepsi için de aynı oranda geçerli midir, ortak mıdır sorularına üç filmle bu ağaç üzerinden cevap vermiş Kiyarüstemi.
Arkadaşımın Evi Nerede filminde dostluğun ve sadakatin yolunu, Ve Yaşam Sürüyor filminde hayatın bütün getirdiklerine rağmen umudun yolunu, Zeytin Ağaçları Altında filminde geçmişin, yaşanılan acıların ortasında filizlenen tohumu simgeler. Çarşaflı öğrenci karakteri Tahire ve onun arkasından umutsuzca giden Hüseyin için zeytin ağaçları yeni bir arayışın yoludur. Toprak metaforuyla umudu ve dirliği bakışımıza taşıyan Kiyarüstemi, bakışımıza tanımadığımız hayatlar için zeytin dalını uzatmış bize. Genel ne ölçüde özeli kapsar, ya da özel ne ölçüde geneli yansıtır, onunla çelişilebilir mi, genelin değişmesinde özelin rolü nedir sorularını, sinemanın genel etiği kuşkusuz belgesel sinemayı da içerir, onu da kapsar yorumlarını üç filmle bakış alanımıza taşımız Kiyarüstemi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder