Küçük savaş ya da büyük savaş olgusu üzerinden içsel dinamiklerin ticari bir amaca dönüştüğü bütün savaşlarda görülmüştür. Siyâset kuramı geleneğinden gelip, stratejiler bağlamında yeni savaşların meydana gelmesi; siyasi irade ve dayatma kapasitesini beslemiştir. Savaşın devletleştirilmesi ve içindeki halkın giderek kölelik sistemine dönüştürülmesi yine kaçınılmaz son olmuştur. Bir çok düşünür bu konuda; savaş analizi ve karşılaştırma zemini olarak, tarihe geçen ve ders niteliği taşıyan sözler bırakmışlardır. "Savaşın devletleştirilmesi ve sonucu" incelemelerinde ele alınan askeri sistemin, giderek çocuk savaşçılara dönüştüren kıyımı görürüz. Demokratik barış yanlısı bir toplumdan nasıl kanlı kıyıma canavarlar yetiştirildiği neredeyse bütün tarihi aksetik kaynaklarda geçer.
Dinsel ideolojik terör gruplarının olduğu kadar eğitim üzerinden de bu ideojinin devam ettiğini görürüz. Demokratik toplumların barışçıl zorunlulukları ortadan kalkarak, suç ve ceza hukukunun ihlal edildiği ve kendi yönetim şeklini inkar ettiği bir strateji çıkar ortaya. Savaşın ekonomik temelleri bir yana, teorik bir alt yapı kılan eğitim konusu yakın zaman savaşlarında yine bertaraf edilmiştir. Savaş teorisi üzerine; Sun Tzu ve Clausewitz'in çalışmaları olmuştur. Sun Tzu- Savaş Sanatı ve Clausewitz-Savaş üzerine adlı eserlerinde zıt tabanlarda savaşı incelemişlerdir. Clausewitz kuramına göre; savaş politik bir amaçtır. Irademizi ve ideolojimizi, düşmana zorla kabul ettirmek için güç kullanma eylemidir. Clausewitz, politik hedefe paralel bir şekilde, savaşın sonrasında yarar sağlayacak şekilde yönetilmesi gerektiği görüşünü ileri sürerek, kısıtlı hedefli savaş şekillerini de öngörmüştür. Clausewitz'in genel yaklaşımı dikkate alındığında, esas başarıyı elde etmenin yolunun, güç kullanmaktan geçtiği görüşünde olduğu net bir şekilde ortaya çıkar.
Dünyanın en acımasız kıyımı olan savaşlara, özgürlük ve demokrasi vaadlerinin birer kanlı tabloya dönüştüğünü ve yoksulluğun kapılarını araladığını anlatımlayıp, bütün bunlara ek olarak başkaldırı niteliğinde bir yapımdan söz edeceğim. İranlı yönetmen Bahman Ghobadi'nin yine toplumun boşluğuna koyduğu, "Sarhoş Atlar Zamanı" filminde eksik kalan yerleri doldurduğu,
"Lakposhtha Parvaz Mikonand(Kaplumbağalar da Uçar)" filmi. Bütün politik çıkarlara ve eğitimi n savaş olarak dikte edildiği bir coğrafyada, çocukların "savaş ve ideloji" adı verilen bu kanlı kıyımda nasıl yok olduğunu ele almış. Bütün dünya çocuklarına ithafen yaptığı bu filmle bizim göremediğimiz gerçekleri çarpıyor perde önünden.
"Bazı insanlar, yaşamak yerine sadece var mı oluyorlar" sözlerini filmin genel bütününe iliştiren Ghobadi, uydu lakabıyla anılan Soran karakterine daha çok Clausewitz savaş felsefesini misyonlamış. Bütün mülteci çocukların lider olarak kabul ettiği Soran, hem Amerika hayranıdır hem savaş. Clausewitz, çocuk yaşta girdiği askeri disiplin ve sürekli olarak savaş ortamında bulunduğu için, görüşlerini; zaman ve ortam bakımından savaşın niceligine değil niteliğine geçirmiştir. Bir asilzade olan Clausewitz'in bu düşüncesini bir sentez olarak ele alırsak zıt bir tabanda giden Soran karakterinde görürüz. Soran'ın yaşadığı ortam ve dönemi iyi analiz etmek adına bir çok çocuğun hayatına odaklanmış Ghobadi.
Köye kurmaya çalışdığı uyduyla hem savaşın haberini verebilecek tek kişidir Soran. Dönemin Amerika başkanı Bush'un bütün konuşmalarını "Yarın hava yağmurlu olacak" diye çevirir. Soran, yaşından büyük bütün bu sorumlulukları üstlenirken, kadraja giren üç çocuk daha vardır: Agrin, Riga ve Hengov. Savaşın yoksulluğunda hayatlarını mayın toplayarak idame ettiren yüzlerce çocuklardandır onlarda. Anne ve babası öldürülen ve askerler tarafından, abisi Hengov'un önünde tecavüze uğrayan Agrin, bu coğrafyada yaşanan olayın arkasından babasını bilmediği bir çocuk doğurur, Riga.
Hengov, kollarını mayın nedeniyle kaybetmiş bir çocuktur ve kardeşi, yeğeni için aynı tehlikenin mıntıkasında mücadele vermeye devam eder. Agrin, sürekli ölmek isteyen bir kızdır ve çocuğunu asla kabul etmez.
Ghobadi, sosyolojik ve psikolojik bir zeminden ilerlerken, kendi yetiştiği yasam şartlarını serimlemiştir aynı zamanda.
Filmde kehanetler ve kültleşmis sembollere yer verir. Tarihî merkezli bir çok anlatımda, gerçeğe dayalı olan bu sembollere rastlarız. Bir çok medeniyetin ana kabuğu olan bu semboller zaman zaman insan hayatının dışına taşıp başka bir boyuta sürüklemiştir varlığı. Filmde sıklıkla bahsedilen kırmızı balık sembolü; nevruz inancına göre, yeniden doğusun ve iyi şansın sembolüdür ve günümüz medeniyetlerinin bir çoğunda hala devam etmektedir. Soran, Agrin'e olan hislerini gösterebilmek adına sürekli olarak nehre dalar ve kırmızı balık arar. Agrin için bir anlamı yoktur bu göletin ve balıkların, onun için önemli olan göletin derinliğidir. Kendi derinliğinde, varlığına mana aramaktan çoktan vazgeçmiştir Agrin ve bu manasız yolculuğuna son vermektir tek istediği.
Filmin neredeyse başlarında verilen o sahne aslında bu kaçınılmaz sonların pazarlık aşamasıdır. Amerikan askerleri, helikopterlerden broşür dağıtır ve söyle yazar:
"Tüm adaletsizlikler, kazalar, yoksulluklar sona erecek. Sizin en iyi dostunuz biziz. Bu ülkeyi cennete çevireceğiz. Üzüntülerinizi sona erdirmek için buradayız. Dünyadaki en iyiler biziz"
Bahman Ghobadi, savaşın bütün sosyal ve ekonomik gerçekliğini önümüze getirmiş. Geride kalanların yolculuğuna bize seyirci koltuğunda bakmamızı ve başkalarının acısına bakmak görüşünü nasıl yorumladığımızı kendi üslubuyla analiz etmiş aslında. Bütün dünyada bu kanlı kıyımların olmaması dileğiyle ve çocukların yaşaması dileğiyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder