27 Eylül 2019 Cuma

The Fountaınhead(Hayatın Kaynağı)1949- filmi üzerine

Varlığın temel kategorilerinden biri olan kalite, yetkinliği ve üstünlüğüyle insan hayatında ki yerini almıştır. Yaşamı kaliteli bir hale getirmenin ilk adımı; insanın kendi fikirlerine ve ideallerine sahip olmasıdır. Tanrı ve insan arasında ince çizgilerle belirlenmiş kuralların dünyaya çizimi fikirlerle yapılmıştır. Kaliteli yaşam koşulları ve kalitenin hayatımızı etkileme yöntemleri üzerine bir çok düşünür kendi ütopyasını yansıtan fikirlerini yazmışlardır. “Sorgulanmamış yaşam, yaşamaya değmez” diyen Sokrates başta olmak üzere, kendi çağına karşı çıkan felsefesiyle ünlü Nietzsche; insanın kendi hayatının kalitesini belirlemesinden yanadır zira Tanrı’nın öldüğüne inanır. Konfüçyüs öğretisi şöyle der; “Çürük bir elmas, çizik olmayan bir çakıl taşından daha iyidir” Buda felsefesi; Herhangi bir şey öyle duyduğunuz için öyle olmak zorunda değil, duyduğunuz şeylere ne kadar çok kişi inanıyor olursa olsun, koru koruna inanmayın” der. Aristoteles öğretisi; “Aynı fikirler bu dünyada bir değil, iki değil sayısız defa boy gösterirler dolayısıyla bir çok kişinin yaşamı, isteklerini doyurma yollarını aramakla geçer” der. Helenistik felsefenin önemli düşünürlerinden Epikuros’a göre; hayattan haz almanın sırrı Tanrı’dan korkmamak ve yarattıklarından korkmamaktır. “Tanrı bir köşede seyircidir” Tanrı figüründen ve kaidelerinden uzak insan hayatında mutluluğun yolunu bulmuştur Epikuros’a göre. Seneka felsefesine göre; insan hayatı şiir, tiyatro ve duygusallık üzerinedir. Senaka için insanın başlıca davranış ilkesi istençtir, ancak insanın bir de duygu yanı vardır, onu da istencin ışığında görmek gerekir. Rönesans felsefesinin önemli düşünürlerinden Montaigne’ye göre; insan hayatında cinselliği sorgulayarak başlar. Montaigne’nin Hümaizm kavramını insan saygınlığını ifade etmek için kullanır. Tanrı merkezli anlayışın terk edilerek, insan merkezli bir anlayışın hakim olması anlamında kullanılır. İnsanlığın temel inceleme konusunun evrenin yapısı ve işleyişinden ziyade, insan olması gerektiği görüşünü benimsemiştir. Dercartes’in Rasyoneliziminden ve Humeun empirizminden esinlenerek Transsendental epistemolojik idealizm kuvamını geliştiren Kant, yükselen bilim felsefesi dışında insan yaşamında ahlak ve özgürlüğe değinmiştir. Kant’a göre; evrensel ahlak yasası mümkündür ve her insan kendi ahlakını kendisi belirler. Her insanın yasası kendi içinde olmaktır bununla birlikte özgürlük ortaya çıkar. Aydınlanma düşüncesinin ideallerine göre yetiştirilen Goethe; insan hayatında şiir ve edebiyata önem vermiştir ve dolayısıyla insanın kendi fikirlerine. Bütün kültürsüz insanların ilgisi malzemeye yöneliktir işleme tarzına değil. Hakiki sanatta anlatımın, insan hayatında didaktik bir amacı olamaz. Ekoloji felsefesinin kurucu isimlerinden olan Hans Jonas; insan yaşamında sınıfsız toplum idealini, üretim araçlarının gelişmesiyle varılacak bir nokta ve üretim araçlarının gelişmesinde barbarca bir sanayileşme olarak kabul eder. İnsan yaşamında Kapitalizmin yıkıcılığını Marx’ın bütün kuramlarında görebiliriz. Bu kuramların sertliği insan yaşamında vurgunun da sertliğini belirler. Marx Kapitalizm üzerine pozitif görüşlerin, bugün varolan üretim güçlerini sabitleştirme fikriyle dalga geçer ve yok olacağını ileri sürer. Kapitalist ekonomiye eleştirici, doğa karşısında ki yıkıcılığına da eleştiri boyutu taşır. Bütün bu düşünürlerin kuvamlarını harmanlayıp, fikir minerali yaparak, Ayn Rand’ın 1943 yılında kaleme aldığı, Hayatın Kaynağı kitabından uyarlama bir film ele alacağım. Dünya sinemasında, izlenmesi gereken 15 felsefi yapım arasında gösterilen film; Kapitalizmin sınırlarını zorlamış ve sanatı filozof bir şahsiyet muhatabıyla serimlemiş.
The Fountaınhead(Yaşamın Kaynağı) 1949-King Vidor. Ayn Rand felsefesi filmde beş ana karakter üzerinden veriliyor. Howard Roark, Rand’in idealist kişiliğini temsil eder. Sadece kendi fikirlerine ve ideallerine bağlı bir mimardır. İdealleri uğruna ve kendi çizimleri üzerinde değişiklik yapılmasını reddettiği için okuldan atılır. Hayranlık duyduğu Henry Cameron’un yanına gidip çalışmak ister fakat Henry; bu idealist, kollektif beyin düşüncesinden uzak mimara, ideallerinden vazgeçmesini bunun hiç bir getirisinin olmadığını ifade eder. “Geçmişle yaşama ve ben ölünce bütün çizimlerimi, geçmişimi yak” der.Yönetmen Henry karakteriyle goethe’nin söylediği: “Kim geri dönüpte geçmişine şöyle bir bakma cesareti gösterse arkada pişmanlık duyacağı ve bir yere kadar alt üst olmuş bir yaşam görecektir. Çünkü istediği ve yaptığı şey çoğu kez yanlış; dileği ve özlemi ise kusurludur” sözlerini bütünleştirir.
Üretip, kendi yaşam standartlarımızı kendi yaşam üslubumuzu kendimiz belirleriz. Kollektif bir düşünce sistemi yoktur. Ortak bir düşüncede buluşma vardır. Buna kapitalizm müdahale ederek kışkırtma politikası uygular. İnsanın kendi çıkarlarını gözetirken aynı anda toplum çıkarlarını gözetebilir mi? karekter üzerinden anlatırken açık bir kapı olarak bırakmış yönetmen. Sürekli savaş halindedir insan kendisiyle, bilgiyle, öğrenmekle ama aynı zamanda bütün bunları aşabilmek için hayatın kendisiyle uzlaşmak durumundadır.
Bir diğer karakter Peter keating; okulu birincilikle bitirmiş olan bir mimardır ve Howard’ın arkadaşıdır. Howard kadar başarılı olamayan Peter, Guy Francon tarafından idare edilen mimarlık firması Francon-Heyer’de çalışmaktadır. Yeteneksiz olan Peter’in çalışmaları toplumsal bir övgüsellikle yüceltilir. Howard; toplumun istediği şekilde kendi ideallerini değiştirmeyi kabul etmediği için, bir granit taş ocağında çalışmaya başlar. Toplumdan kaçmış tamamen kendi dünyasına çekilmiş olan Dominique’yle karşılaşır. Güzelliği, iyiliği ve doğruluğu çok zıt tabanlarda işlemiş yönetmen Dominique karakterinde. Horatius’un; “Düşünme cesaretini göster, gir bu yola çekinmeden; iyi yaşamayı sonraya bırakan, yolunda bir ırmağa rastlayıpta akıp geçmesini bekleyen köylüye benzer. Oysa ırmak akıp gidecektir hiç durmadan.” Sözlerinin misyonunu Dominique karakterine yüklemiş. Toplum değerleri, kendi varlığına olan sorgulamaları ve kaçtığı yerden çok uzakta bu taş ocağında karşılaştığı Howard’a aşık olur. Karşılıklı olan bu hisleri iki tarafta cesaret edip dile getirmez. Howard bir gece Dominique tecavüz eder ve taş ocağından ayrılır.
Filmin devamında; Dominique, Peter Keating ile evlenir. Şehirde Howard’ın yaptığı ünlü bir bina için karalama kampanyası başlatılmıştır Mimari eleştirmeni ve sosyalist olan Elssworth Toohey; “Toplumu kışkırtarak başlayacağız, yükselen binalar, zenginler ve varoş fakir halk. Zengini suçlayarak başlayacağız, zengini suçlaman her zaman güvenlidir.” Karalama kampanyasını anlatan Elssworth; “üç bölümden oluşacak, Kötü sanatla ilgili entelektüel bir bölüm-yıkılan kirişlerle ilgili ürpertici bir bölüm-fakirlerle ilgili acıklı bir bölüm. İstisnasız herkesi kışkırtacağız. Kim savunmak ister ki altı üstü bir bina.” Yönetmen Elssworth karakterine; Shopenhauer’in “İnsan istediğini yapabilir ama istediğini isteyemez” sözlerini misyonlamış. Var olan her şeyde etkin olan yaşam, ne kapsamı içinde ne de belirdiği tarz ve biçimlerde bir kerede toptan kavranabilir. Programlı ve zamanlı bir biçimde insanın hayatının pazarlığı ve ideallerin pazarlığı bilinçsiz bir toplumla çok kolay yapılabilir.
Devamında Dominique; Başarılı fakat yayın ahlakını tamamen toplumun isteğine göre yürüten bir gazetenin sahibi olan Gail Wynand ile tanışır. Gail, Dominique aşık olur ve Peter Keating’den onu bir nevi satın alır ve boşanmalarını sağlar. Gail Wynand Dominique ile evlenir ve şehir dışında inşa ettireceği eşsiz bir mimari için Roark’ı seçer. Roark’ın Dominique ile olan geçmişinden habersiz olan Gail, Roark’la arkadaşlığını ilerletir.
Mimari konusunda başarıyı bir türlü yakalayamayan Peter Keating, halk evi projesi olan Cotlant Evlerinim çizimi için Roark’tan yardım ister. Roark bunu tek bir şartla kabul eder: çizim üzerinde asla değişiklik yapılmayacaktır. Gail ailesiyle çıktığı yat tatilinden dönen Doark projesi üzerinde değişiklik yapıldığını görünce deliye döner ve Dominique’nin yardımıyla binayı havaya uçurur ve teslim olur. Bu olayla beraber yükselmek için eline iyi bir fırsat geçen Toohey kışkırtma eylemlerine devam eder. “İnsanların yaşanmasına, sadece başkalarına hizmet etmesi koşuluyla izin verilebilir. Toplumun ihtiyaçlarının tatmininde kullanılan bir araçtan fazlası olmamalı. Fedakarlık çağımızın kanunudur. Gücün ne olduğunu sanıyorsun; kuvvet, silahlar, para. Ruhlarını ele geçirmeden insanları kölelere çeviremezsin. Kendi başlarına düşünme ve hareket etme yetilerini öldürmelisin. Birbirilerine bağlayıp birleşmeyi, anlaşmayı, itaat etmeyi öğretmelisin. Böylece boyunlarına tasmayı takabilirsin. Neden mükemmelliği eleştirip senin gibi bir vasatlıkları övdüğümü sanıyorsunuz? Mükemmel insanlara hükmedilemez, eğer bir insanın kişisel değer duygularını öldürürsen, itaat edecektir. “ Burada bizim ülkemize dönelim; Bireysel görüşleri yok etmede, mükemmelliği kişisel değerlerden başlayarak yok eden diktatör üsluplu bir devletimiz mevcut. Kapitalizm bir tüccar topluluğudur. Savaş alanlarında ticaret gelişmez. Bizim ülkemizde savaşlara karşı çıkmaktan önce devletçiliğe karşı çıkılmalıdır. İnsanlar devletçilik için ve devletçiliği destekleyen bireyler için kurban oldukları sürece ve Kabile inancını muhafaza ettikleri müddetçe barışı sağlamaları imkansız. Kendisini yetiştiremeyen bireylerin oluşturduğu toplum, kültür ve eser mirasçılığından ziyade diktatörlük mirasçılığına övünmekte. Çağdaş varoluşun karmaşıklığında öğrenim almış fakat eğitilmemiş, becerileri olan fakat kültürü yetersiz kalmış kişiler toplum için tehlikenin ta kendisidir. Yaşam kalitesinin ve mükemmelliğin mevcudiyeti ancak ve ancak eğitimle olur .
Filme devam edelim: Roark’ı savunan bir başka kişi de Gail olur. İlk defa prensiplerini sorgulayan Gail’e “popüler olmayan bir mesele, herkes için tehlikeli bir iştir, intihardır” diyenlere, Gail; bir kez olsun inandığım şeyler için savaşacağım. Hayatımda ilk defa herkese karşı tek başıma duracağım. Bir insan özgürlüğünü, haklarını, bütünlüğünü, görüşlerini, düşünce hürriyetini feda edebilir mi? Bunlar bir insanın en yüce varlığıdır. Peki ne için feda etmeli? kimin için? Asıl feda edilmesi gereken özdür. Bir insanın özü, onun ruhudur. Bir insanda asıl saygı duymamız gereken şey o feda etmediği özüdür. Peki bunu nerede bulabiliriz? tabiki Howard Roark gibi bir adamda.” der. Filmin son sahnesinde Roark; kendi özünü ve insanların bencilliğini vurgular. “Kamuya hizmet etmeyen birinin yaşamaya hakkı var mıdır? diyen iddia makamına, Roark cevap verir: “Binlerce yıl önce birisi ateş yakmayı keşfetti. Herhalde insan kardeşlerine ateş yakmayı öğretti diye, o ateşte yakmışlardır onu. Ama adam onlara akıllarına gelmeyen bir hediye bırakmış, karanlığı yeryüzünden kaldırmış. Yüzyıllar boyu ortaya çıkan bazı adamlar, yepyeni yollara doğru bazı adımlar atmışlar, bunu yaparken de vizyonlarından başka silaha sahip olmamışlardır. Büyük yaratıcılar, düşünürler, sanatçılar, bilim adamları, mucitler, kendi çağlarının insanlarına karşı tek başlarına durmuşlardır. Her yeni gelen düşünceye karşı gelinmiş, her yeni icad kınanmış ama emanet vizyonlara sahip olmayanlar yollarına devam etmişlerdir. Mücadele etmiş, acı çekmiş, bedel ödemişlerdir ama kazanmışlardır. Hiçbir yaratıcı, kardeşlerine hizmet düşüncesiyle harekete geçmemiştir çünkü kardeşleri, onun sunduğu hediyeyi reddetmişlerdir. Tek gerçeği kendi amacı olmuştur. Kendi gerçeğini her şeyden ve herkesten üstün tutmuştur. Diğerleri ona katılsa da, katılmasa da bütünlüğünü kendine yegâne sancak edinerek yoluna devam etmiştir. İnsan ancak kendi zihniyle var olabilir. Dünyaya silahsız gelir. Tek silahı kendi beynidir ama zihin bireyin sahip olduğu bir şeydir. Kolektif beyin diye bir şey yoktur. Düşünebilen insan, kendi kararlarına göre hareket edebilmelidir. Mantık yürütebilen zihin, herhangi bir zorlama altında çalışamaz. Başkalarının ihtiyaç, amaç ve düşüncelerine boyun eğmez. Feda edilebilecek bir nesne değildir. Yaratıcı kendi düşünceleri üzerinde yükselir, asalak ise başkalarının düşüncelerini takip eder. Yaratıcı düşünür, asalak kopyalar. Yaratıcı üretir, asalak yağmalar. Yaratıcının derdi doğayı fethetmektir, asalağın derdi ise insanları fethetmektir. Yaratıcının bağımsızlığa ihtiyacı vardır, ne hizmet eder ne de hükmeder. İnsanlarla hür iradesiyle ve gönüllü tercihiyle mücadele eder, asalak ise güç arar. Tüm insanları ortak harekette ve ortak kölelikte birleştirmek ister. İnsanın, diğerlerinin düşündüğü gibi düşünen, hareket ettikleri gibi hareket eden, benliği olmadan yaşayan, kendinden başka herkesin ihtiyaçlarına koşan, hizmet eden i, başkalarının kullanımı için bir ihtiyaç olduğunu iddia eder.” diyerek savunmasını yapan Roark suçsuz bulunur ve serbes kalır. Film; konusu, edebi yanı ve felsefi ağırlığıyla kapitalist kesime kesinlikle darbe niteliğindedir. Kapitalizmin ve sömürgeciliğin devam ettiği ülkeler açıklamalı bir cevap niceliği taşıyor. İnsanların önce zihnilerini ve benliklerini köleleştiren devlet ve sistemleri, kapitalizmin hayatımıza akışını böylelikle sağlıyor. Goethe’nin “Hayatın biçim kazansın, düşüncen hayat, canlandırıcı gücün hep üretici gücün olsun” sözünü filmin genel bireysel düşünce zeminine oturtabiliriz.
Üretme özgürlüğünün oldukça kısıtlandığı ülkemizde kitap mutlaka okunmalı ve bu film izlenmeli. Fimde bahsedildiği gibi; Promete ateşi hediye ettiği insanlar tarafından yakıldı. Edison ampulü icat ederken, karısı tarafından toplum ve ailesi ile ilgilenmeyen, anti-sosyal bir kişi olmakla suçlandı. Galileo 'dünya dönüyor' dediği için bizciler tarafından işkencelere uğradı. Bireysel akıl, kalabalıkların onaylamadığı bu büyük güç, her çağda saldırıya uğradı. Kalabalıklar, yaratıcı bireye saldırırken ellerindeki silahı hep iyilik, fedakarlık, hayırseverlik kurşunları ile doldurdular. Ve hep yaratılan değerleri bölüşmek ve paylaşmak istediler. Mesela televizyon seyrettiler, fakat televizyonu icat eden adamın adını hiç öğrenmediler. Otomobile bindiler ama Ford'un servetinden şikayet ettiler. İnterneti kullandılar ama Bill Gates'i çok para kazanmakla suçladılar. Tükettiğimiz her türlü zenginliği, paranın bir oyunu olarak ele almayı tercih ettiler. Sistem, kapitalizm, tüketim toplumu gibi adlar takıp eleştirdiler. Türkiye’de eğer The Fountainhead (Hayatın Kaynağı) iyi okunmuş ve anlaşılmış olsaydı; hiçbir devlet gücü ve diktatörlük bu kadar içimize sızmazdı. Türkiye, siyasal İslamcıların cenneti olmak yerine,eğitimli,kültürlü insanların ülkesi olurdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder