28 Eylül 2019 Cumartesi

Bağımsız Sinema ve Au Hasard Balthazar(Rastgele Balthazar) filmi üzerine

Sinema ve sanat üzerine oluşturulan pazar ve tüketici toplumu; Entelektüel bir kesim demeyelim daha çok sanatın inceliklerine önem veren ve kendi bireysel görüş alanına katkı sağlamasından yana olan bir kesim. Büyük garantili kazançların güvenilir sağlayıcılarına çok hitap etmeyen sanat filmleri özellikle 1940’larda ayrı bir pazar sağladı kendine. Bağımsız sinemada bir köleleştirme sistemini değil, köleleştiren sistemin karşısına koyabileceğimiz düşünce minvali mevcutlaştırdı. Bağımsız yapımların en alt noktasını oluşturan sıradan olma ve toplumun en alt ama eğitimli kesimine hitap etme çabası, bugün ayağımıza kadar her şeyi teknoloji yardımıyla getiren büyük bütçeli filmlerin, sinema salonlarında imhasına şahit olduğumuz yapımlardan çok farklı bir arşivde yer aldılar. Kent salonlarının çok azında gösterime giren bu filmlerin izleyicisi de bir o kadar azdır. Konu bakımından sistem karşıtı, insanların köleleştirilmesi en çokta kadınların köleleştirilmesini hedef almış yapımlar mevcuttur. Şirket politikasından uzak, sinema endüstrisinden bağımsız, konu ve dolayısıyla seyirci istismarı yapmayan bu filmler; tamamen dünyada olup bitenlerin sinematografik politikası kıvamındadır. Yapılan filmlerin yararlığından çok maddi getirisine bakılan bu dönemde ve ulaştığı kitle bakımından pazar değerini kaybetmeye başlaması sanat filmlerine yönelimi arttırmaya başladı. Alt düzey bağımsız sinemanın 1940’lardaki yolu, varoluşlarının hassas bir şekilde, risk almış büyük bütçeli film pazarında seyirci ve gişe eritiminden geçip, günümüze daha anlamdırılmaya ve konusu bakımından kitle zeminine dokunan bir başarıya ulaşmıştır. Şirket politikasının dışına çıkan bu filmler; yönetmenin belirli bir kitlenin bakış açısına odaklanıp, sanatsal kimliğe ve toplumun bireysel kimliklerine odaklanmıştır. Varlığa, var olma çabasına, insanın kendi varlığına ulaşma çabasına, belirli zamanlarda eşyalara, hayvanlara belirli bir duygu misyonu yükleyen yönetmenler amacına yıllar sonra ulaşıyor. teknolojisinin imkanlarını günümüzde fazlasıyla kullanan yapımcı ve yönetmenler; üretimde sıkıntılarını, bütçe yüksekliği ve görsel şölenlerle salonlara taşımakta. Reklam ve son teknoloji ürünleriyle haşır neşir olan yapımcı ve yönetmenler sinema endüstrisindeki yerini sağlamlaştırdı.

 Bağımsız sinemanın durgun yönetmeni; Kant’nın Transcendental düşünce kuvamını fimlerine yansıtmaya çalışan ve sürekli olarak görünmeyenle bağlantı kurmaya çalışan ve filmlerinde bir tekrarın söz konusu olmadığı Bresson’un yine estetik bir zemine başarılı bir şekilde yaydığı fimi; Au Hasard Balthazar(Rastgele Balthazar)
Kadraj dışına bırakılan diyaloglar, kayboluş ve yitip giden hayatlar üzerine imgeler ve perde-ekran- sesler üzerinde arayış içinde geçen bir hikaye. Aynı zamanda, Bresson minimalizm anlayışı ve karakter üzerinden anlatısı psikolojik bir labirente sokuyor filmi. Film eleştirmeni Andras Balint Kovacs; Bresson tarzını anlatırken üç farklı özelliğini anlatır. İlki kadraj dışı yoğun kullanımı, ikincisi üst seviyede azaltılmış anlatı yapısı ve üçüncüsü de üst düzeyde sakin oyunculuk tarzıdır. Filmde Marie ve bir eşek üzerinde parelel ilerleyen Bresson; kırdan şehire gelen Balthazar ve Marie’nin hikayesini, aile ve toplum içinde ötekileştirme psikolojisinde ortak bir paydada buluşturmuş. Toplumda; kadın ve hayvanlar üzerine olan dışlama ve ötekileştirmeyi sessiz bir dille işleyen Bresson vurgulamaları ses ve görüntü ayrımlamarıyla yapmış. Marie ve Balthazar’ın çocukluklarının huzurlu geçmesi ve büyüdükçe varlığın arayışı ve sorgulamaya geçen psikolojik yaşam savaşı verirler. Fakirlik ve kendi varlığını ispatlamaya çalışan bir baba, bir tarafta Marie’nin çocukluk aşkı jacques. Jacques’in gidişiyle hayatı daha sessiz bir hal alan Marie için savaşı burada bitmez. Balthazar’dan ayrı kalmak zorunda kalan Marie kendi içindeki sessizliği varoluşsal bir boşluğa bırakır. Babasının gururu karşısında hep savunmasız kalan Marie, babasının başlattığı bu sessiz savaşın bir parçası olmaktan mutsuzdur artık. Toplumsal bir sorun üzerinden, baba karakterinin kalesini ahlak ve gurur yapmış yönetmen. Benliğinde dışlanmış bir psikolojik savaş veren babanın tek olumlaması toplumsal saygınlık kazanmaktır. Toplum tarafından fark edilmek ve fakirliğinin bir utanç olmadığını, yaşayarak ve gururunu koruyarak bu saygınlığın temel niceliğine kavuşmak.
Marie; zengin ama babasının aksine hayatı gururu ve saygıdan yana değil, para ve güçten yana kullanan bir adamın yanına sığınır. Bu karakter için varlık; kelimeler ve konuşmak değil, güç ve karşılıklı alışveriştir. Marie için varlık; merhamet ve huzurdur. Acı ve mutluluğun paylaşılmasını gerektiğini söyleyen Marie, Balthazar’ın da yeni sahibiyle huzurlu bir hayat sürmesini diler. Bresson’n Yaptıklarıma bir anlam yüklemeye çalışmam sadece minimalist oyunculuklarla sessizliği sunarım” sözlerini, Baldhazar üzerinden veriyor. Marie’nin erkek arkadaşı Gerard, bir sahnede Baldhazar’ın kuyruğunu yakmaya çalışır fakat yaklaşan bir arabayı görünce vazgeçer. Bunu daha sonra kimsenin olmadığı bir ortamda gerçekleştirir. Bresson’un Tanrı’nın varlığına dair bu sessiz göndermesi; Yaptıklarınızı kimse görmese bile Tanrı görür. Marie ve Balthazar’ın, gördükleri işkenceler karşısında bu kadar sessiz kalmaları ve sonuç olarak yine aynı acılara çıkmaları Bresson’un insanlığa ve Tanrı’ya ince bir göndermesi adeta.
Anlatılanın belirlenim kazanamadığı sahnelerde, sessizlik-görüntü geçişleriyle, kendiliğinden anlaşırlılığa sürükleyen yöntemiyle Bresson; Kant’ın deyimiyle “Sıradan aklın örtük yargıları” formülasyonunu kullanmış. Her soru sorma bir arayıştır. Her arayış, aranılanlardan önce kendi öncel kılavuzuna sahiptir. Soru sormak, varolanı nedenliği ve şöyleliği içinde bilmek için arayışta bulunmaktır. Bresson varlığın manasını sessiz ve derinden işlediği filmde; Balthazar’ın sıradan bir eşek olmadığını bize, sarhoş olan sahibini eve götürürken anlatır. Derdini anlatamayan, gördüğü eziyetler karşısında sessiz kalan ve gittiği her yerde aynı acılara maruz kalan Balthazar’ın sonunun yine kırlarda bitmesi, Bresson’un bir nevi kendi varlığına göndermesidir. Marie karakteri üzerinden ahlak felsefesine değinen Bresson; Marie’nin yanında kaldığı zengin adamla olan sahneleri kapalı perde vermiş bize. Seyirci anlayış sezgilerine bırakılan sahnelerde cinsel bir birleşim oldu mu, olmadı mı sorguluyoruz. Marie’nin son sahnede erkek arkadaşına ağlayıp, sana her şeyi anlattıktan sonra yine beni sevecek misin, benimle evlenmek isteyecek misin demesi bir nevi anlaşılır kılıyor. Marie ve Balthazar’ın, başladıkları yere dönmeleri ve ne yaparlarsa yapsınlar aynı acılardan geçmeleri psikolojik bir zeminden, varoluş ve Tanrı’nın varlığına kadar anlaşılırlık yetisi bırakmış. Her zaman doğru olan bir yoruma tabi tutma eğilimimiz olsa da anlaşılırlık niceliğinin içine düşüyoruz. Dünya dahilinde bütün varolanlar, ahlak-acı-yaşam-kendi varlığının niceliğinin hareket noktası olarak yaşamaya devam etmeyi seçer. Daha güzel bir dünyayı kendi varlığımızın bakış içine taşıyamadığımız için, karşılaşılan her şeyi kabullenmek özümsüzlüğü gösteriyoruz. Bir başkalarının çektiği acıya kayıtsız kalmamız belki de bu yüzden. İnsan kendi kabullenişine dünyanın acısını sığdırıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder