19 Ekim 2019 Cumartesi

Ida(Anna) filmi üzerine

Dünya ve dünya içinde hakimiyetimizin nüfuzu ve aleniyeti tarihler boyu değişken bir benlikle idame etmiştir. Yaşam alanızımızın ve tercih ettiğimiz yaşam modületesinde asıl amacımız varlığımızı ispat etme çabasıdır. Varolmayı ve yaşamayı kendimize mesele ettiğimiz benliğimizde çelişkiler hep asıl zemindir. Kendi içimizde düştüğümüz bu çelişkileri girdap olarak karakterize ediyoruz. İnsanoğlu, kendi varlığının zeminsizliğini her şeye sahip olma, ulaşmış olma huzuruna sürükler. Bu yolda kendine edindiği klavuz çoğu kez dindir. Kendi varlığının müphemliğini, dini bir yolda Tanrı’nın adaletinde arar.

Yeterli klavuzdan yoksun, kendi yaşamının tespit edilememezliği içinde diktatörlüğünü açığa vurur. Dünyevi bir vasatlığın hüküm sürdüğü benliğimizde, dinin arkasına sığınarak geleneksel kaideler cereyan etmeye başlar hayatımızda. Sınırları çoğu kez önceden çizilmiş bir hayat, insanın kendi özünde vasatlığı konu eder. İnsan, kendi hikayesini çağa naklederken belki de en çok ilkellik çabalarına sürükler kendi varlığını. Kendi varlığına bir anlam kazandırmak ya da sahip olduklarının şeklini almak yolunda adımlamaya başlar. Bir arayışın, hayatın anlamını bulma yolunda kendi klavuzunu edinmekten yoksundur en çok.

Hayata tutunma çabasının çoğu zaman; din, ahlak üzerinden bir mana kazandırılmaya çalışıldığı geleneksel örtü altında, kültür felsefesinden çok uzaktır. Dünyanın genel din anlayışı ve dünyevi yaşam sürdürme anlayışı arasında ki boşlukta sallanır durur insan. Yaşadığı sürede kendi hayatına uzun  bir yolculuk yapan insan, yolculuk sırasında bir çok şeyden yararlanmak ister. Tanrı’nın ışığını kabul edip onun kanunlarına karşı çıkanlar; hayatın içinde sakladığı müphem kalmış mutluluklara ulaşır. Yolculuk boyunca türlü keşiflerde bulunan insan, kendi sapağına böylelikle ulaşır. Yol ayrımında, kendi yolunu yine kendi seçen insan bir başkasının varlığı ve kabul ettikleri karşısında çaresizliğini yine din ve Tanrı’ya adaklarıyla kapatma yoluna gider.

Bu yolculuğa klavuzluk eden bir filmden bahsedeceğim. 
Ida(Anna)2013-Pawel Pawlikowski 
Filmin hareket noktası; manastırda yetişmiş ve rahibe olabilmesi için tek engelinin yemin etmesi olan bir genç kız. Din ve diğer dünyevi şeyler hakkında alalede bir anlam yetisi belirlememize imkan tanıyan film, genç kız ve teyzesinin yolculuğunu işliyor. 
İnsan varlığı neyden kaçıyorsa, onun peşine düşer. Ida, hiç görmediği teyzesiyle tanışmak için onun yanına gider. İdealist ve kominist bir savcı olan Wanda, Anna’nın aksine dünyevi zevklerle ilgilenmektedir. Bu iki kadının birbirine benzemeyen yolları, birlikte bir yolculuğa dönüşür.


Bütün varlığını dine ve rahibeliğe adamış olan Anna, çarpık bir önyargıdan beslemektedir ruhunu. Ruh ve bedenin sentezi olan bir çok zevkten yoksun büyümüştür. Kendi varlığının manasını ve çıkış noktasını dine bağlayan Anna, müstakil bir yaşam alanına sahiptir. 
Wanda ve Anna’nın bu yolculuğunda; birbirilerinin hayatına dokunma ve fedakarlık görmek mümkün. Bu iki kadın; dünyevi zevklerin somutluğunu ve dinin müphemliğini aynı yolda birleştiriyor.

Anna, ailesinin gömüldüğü yeri bulabilmek için çıktığı bu yolda kendi varlığına bambaşka bir anlam kazandırıyor. Yahudi olduğunu öğrenen ve ailesinin öldürüldüğünü öğrenen Anna, teselliyi yine dinde arıyor fakat Wanda’nın dünyevi yaşamına merakı git gide artıyor. Wanna’nın, “Tanrı heryerdedir, bir şeyleri denemeden nasıl Tanrı için fedakarlık yapabilirsin” sözleri Anna’nın iç dünyasını ortaya çıkarıyor. Teyzesiyle olan bu tanışmayı, yanlış bir yola sokup önünü tıkamak istemeyen Anna, onun varlığını ve yaşamını anlamaya çalışıyor. Birlikte varolmaya çabalayan ve kendi varlığını çevreleyen dini kuralları bir kenara bırakmak isteyen içgüdüleri Anna’nın yeni bir yol çizmesine neden oluyor.

Filmde; yönetmenin Wanna karakteri üzerinden bütün geleneksele riayet eden kuralları yok etme  eylemini görebiliyoruz. Anna, karakterinin bir rehber edinme arayışında, dinden uzak bir çerçeve çizen yönetmen dünyevi zevklerin somutluğuna ve tinsel işleyişi epey vurgulamış. Dini örtüklüğün ve kararttılmışlığın maskesini, Wanna’nın “Saçları çok güzel ama onları örtüyor’ sözleriyle sürgüleyip kapatıyor yönetmen. İnsanın, hayatı boyunca kendi varlığına hakimiyetinin nüfuzu aleniyeti değişebilir, tercihleri değişebilir. Tanrı, gerçek ve ışığını her yerde görmek mümkündür idesiyle ilerleyen yönetmen; kuralların gölgesinde bir hayatın müphemliğini ve karartılmışlığını Anna karakteri üzerinde misyonlamış. İnsanın kendi hayatına ön bakışını; Wanda karakteri üzerinden veren yönetmen bir sahnede Wanda’nın meyhanede içmesini ve sonrasında Anna’ya geçmişte ne kadar başarılı bir savcı olduğunu anlatmasıyla özetlemiş.

Yönetmenin, fotografik bir görüntüde çektiği film; yüzlerce fotoğraf karesinin birleşimi gibi. Bu iki kadının yolculuğu esnasında, ağaçları kadrajına alan yönetmen, insan hayatının yansımasını işlemiş adeta. Işık hızında sekanslar insan hayatının hızla akışını özetler nitelikte. Kadraja giren yıkılmış binalar adeta bu iki kadının ruhunu yansıtıyor. 
Anna’nın, dış dünyayı keşfetmedeki bu yolculuğu ve tabularıyla yüzleşmesi belki de yönetmenin benliğinde yatan varoluşsal bir kaygıdan ibarettir.  Mevcut olan her şey aydınlıkta görülebilir, karanlıkta ise saklı kalır sözlerini; Anna’nın tek gecede, alkol, sigara ve cinsellikle tanışmasıyla bütünleştirebiliriz. Edinmiş olduğu dini kimlik, varlığına bir yük olarak kendisini belli ediyor Anna’nın. Kendi varlığıyla karşı karşıya gelen Anna, hayatında dünyevi şeylerin ve akılcılığın kör kaldığı şeyleri yaşarken aynı anda bu dünyevileşmeye şaşı bakmaktadır. Filmin sonunda her şeyi bırakarak yine manastıra dönen Anna’nın şaşı baktığını böylelikle anlayabiliyoruz.


Düz bir bakış dünyayı daima pür mevcut olanın tekdüzeliğine daraltmış olur. Dünyayı bütünüyle anlamanın uzak türevleri olan geleneksellik ve tekdüzelik insan hayatını yalın bir bakışa sürükler. Var olan ve yaşanması gereken bütün dünyevi zevkleri örtüp ona örtülü değerler iliştiriyor sıradanlık. Benimsenmiş bir anlayışın bir kısır döngüye dönüşmesi yine insanın kendi varlığına bilgi ve mantığı yaklaştırmamasından kaynaklı. İki farklı karakter üzerinden serimlenen konu, putlaştırılmış hayat felsefesine ışık tutuyor. Gayrişeffaf olan insan varlığının, geniş bir meşguliyetler ağına dönüşmesi insan varlığını kusursuzluğa eriştirir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder