28 Ekim 2019 Pazartesi

MOUCHETTE(1967) filmi üzerine

Dünyaya gelişimiz bir yolculuk üzerine varsayımlanmıştır. İnsanin kendi varlığında sürdürdüğü bu yolculuk; hakikati aramak ona ulaşmaya çalışmakla geçer çoğu zaman. Dünyasallık ve zamansallık olarak ikiye ayırdığımız yolları, dünyadan kaçmak için değil çoğu zaman ona katılmak için kullanırız. Erdem ve ahlak gibi düşünceleri ne kadar hayatımızın merkezine koyarsak koyalım bunun bütünlüğünü din olgusu ya da kendi varlığımızın kuruntusunda arıyoruz. Platon’un , iyi ve kötü imgelerini çoğu zaman hakikate ulaşma yolunda kullanırız. Hayatımızın zengin bir metafor olduğunu varsayarsak ve hakikate ulaşmanın bu metaforlarda gizli olduğunu, yine sonuç insanin kendi varlığının hakikatine çıkacaktır. İyinin çıplaklığını ve kötülüğün hakikat ulaşımındaki varlığını bir mutlaklıkmış gibi resmetmeye çalışırız. Ahlak yolcusu olarak devam ettiğimiz yine hakikati aramak yolunda ilerlediğimiz mağaradan güneşi görmek için çıktığımızda, güneşin kendisine bakabilir hale geliyoruz. Hakikati ararken, olmaya çalıştığımız iyi kavramı, bencil ampirik bir bilince karşı direnir.

Platon terminolojisinde; sıradan şeylerin, insanların, sanat yapıtlarının, en önemlisi hayatımızın kusurluluklarının pekala farkında olmamıza rağmen “iyi” imgesini korumaya çalıştığımızdan bahseder. Varlığa aranan mana ve ölümle yaşam arasında bir hakikatin varlığına ulaşma yolunda; tüm zafiyetlere karşın, “mükemmel ol” emri insan için anlamını sürdürür. İnsan varlığının yolculuğu, iyi idesiyle birlikte fonksiyonel ve rastgele kullanımları da hakikate ulaşma yolunda kavramın yapısını gösteren bir anahtar değildir. İnsanın kendi aklını kullanarak hakikate ve özgürlüğe ulaştığını savunmuştur Hegel. Kant ve Hegel arasındaki fark, iyi ve akıl idealleriyle hakikate ulaşma; Kant’ın, insan varlığının tarihi bir bütünlüğün düşlenmesiyle bağlantılandırmasıdır. Hegel; trajediyi, çözümü  ve uzlaşması bütünlüğünü; bizzat kendisi olan bir çatışmayı gördüğümüz, verili tarihsel ve toplumsal insan bütünlüğüyle bağlantılandırır hakikat arayışını.


Sanatta ilham ve seziş güçleri ve bunların duygu ve metaforlarla zihinlere aktarımı çoğu zaman sinema aracılığıyla yapılır. Spinoza, “İnsanın daha az olgunluktan, daha çok olgunluğa kavuşabilme çabası” diye yorumlamıştır sanatı ve sanatı anlama isteğini. Çoğu zaman filozoflar tarafından geçmiş çağlardan yaşadığımız çağa kadar tartışılan bir ideyi, bilimsel ve deneyimsel yönlerle ve teknik bir realiteyle müspet bir hale getirmiştir sanat. Realize edilen çoğu eserlerin, duygu dilinin imgeler ve metaforlar olması insan zihnini yoran bir düşünce akımına sebep olsa da anlamanın uzun diyalektiğini hayatımıza olumluyoruz. Sanatın yaratılışında ve yansıtılmasında “ilham sanatta her şeyin başıdır” diyen Lessing, bir çok sanata hareket noktası olmuştur.

Manet’in, “sanatta güzele ulaşmak ya da ortaya koymak, derin hakikati ortaya çıkarmaktır” düşüncesini ve Empresyonist akımını benimseyen Robert Bresson’un, Heidegger’ın çalışmalarında ulaşmaya çalıştığı; hakikate ulaşmak mümkün müdür gerçeğine ulaşmayı mümkün kıldığı bir filminden bahsedeceğim.
Hakikate ulaşma çabasına kendi yalın dili ve metaforlarıyla cevap veren Bresson, aslında bizi kendi varlığımızda bir yolculuğa çıkarıyor.
Ezberlenmiş bir bakış içerisine temellenmiş, yöntemsel karakter irdelemesi üzerinde durmayan Bresson, ben ile benlik irdelemesi ve hakikate ulaşma çabasını birer taşıyıcı zemin olarak kullanmış. Doğalcı bir tutum sergileyen ve kendi ütopyosunun dışına çıkmayan Bresson, varlığın temel görevi yaşamak idealizmini çürütüyor ve hakikate ulaşmakta insanın kendi yolculuğunda başka varlıklara ihtiyacı olduğunun empoze edilmesine izin veriyor.

Mouchette (1967)
Ölüm olgusu üzerinden başlayan film; anne karakterinin bir sandalye üzerinde “bensiz ne yapacaklar” sözleriyle başlıyor.
Karl Jaspers’in “insan evrende tedirgin bir varlıktır, kaygı içindedir, çözemediği sorunlarla karşı karşıyadır. Bu nedenle yeryüzü ayaklarının altından kaymaktadır. Geleceğe güveni yoktur. Bu güvensizlik onu varlığının kaynağını aramaya, evrendeki yerini bulmaya itmiştir. Varoluşçuluğun, insanı anlaşılması, açıklanması gereken bir varlık olarak ele almasının başlıca nedeni de budur” sözlerini filmin temel zeminine yerleştirmiş Bresson.
Boş bir sandalyeye odaklanan camera, insan varlığının boş bir düzeyde kendi varlığına yaptığı yolculuğun, mevcut olmaklığın imgesini gösteriyor aslında.



Mouchette, yatalak annesi, sorumsuz erkek kardeşi, alkolik ve sevgiden yoksun babası, henüz daha bebek olan kardeşiyle yoksulluğun bütünüyle hakim olduğu bir evde yaşamaktadır. Hayatını bir mecburiyet, mevcut olmaklık üzerine devam ettiren Mouchette’nin, benliğinin ve ontolojik karakterinin adeta analizi tadında devam ediyor film.
Kant’ın “mevcut olmaklık ve mütemadiyen hayata eşlik etme” kuramını, yaşamsal olarak imgelemiş Bresson. Hergünkülük idelitesini, Mouchette’nin yaşamında görmek mümkün. Annesinin bakımı, sürekli olarak dışlandığı okulu ve küçük kardeşinin bakımı. İnsanın varoluş nedeni sadece kendi varlığıdır, ihtiyacı olan tek şey yine varlığıdır kuramını benimseyen bir çok düşünüre karşı duran Bresson, en net mesajlarından birini veriyor Mouchette ve ailesi üzerinden. Küçük kardeşinin ona olan muhtaçlığı, ağladığında Mouchette’nin kucağında susması ve Bresson’un insan varlığına seslendiği en net sahnelerden biridir; Mouchette, ağlayan kardeşinin sütünü kendi vücut sıcaklığıyla ısıtmaya çalışır.

Tarkovsky’nin; Bresson sineması için sözleri aslında filmin genel bütününü anlamamıza yardımcı oluyor. Tarkovsky, büyük hayranlık duyduğu Bresson için; “ onun filminde imgeleri ve metaforları anlamak için uğraşırsanız asıl anlamanız gerekeni anlayamayabilirsiniz”
Filmin genel bütünlüğünde diyaloglarla değil odaklandığı açılarla hatta görmemiz gereken sahnelerin dışında bambaşka yerlere odaklanan camera, duygu yoğunluğunu veriyor bize. Bresson, anlatmak istediği ve ulaşmak istediğimiz hakikati bize; cameranın bir ele, gözyaşına bazen bir çamura odaklanmasıyla da veriyor. Aklın hürriyetine dayalı seziş burada devreye giriyor. Kant’ın “insanın bir şeyi aklıyla var edebilmesi hali, her şeyden önce aklın kendi hüviyetine tam olarak sahip olabilmesi inancının belirmesiyle başlar; ve insan ancak böylesine bir inancın ortaya çıkmasıyla, isteme, duyma ya da duygulanma güçlerini elde eder ve sanatta ancak bu yoldan aktif bir rol oynayabilir” sözlerini benimseyerek belki de Bresson’u anlamamız mümkündür. Güdümlü sanat ideolojisi üzerinden ilerleyen Bresson, varlığın ve hakikate ulaşmanın bambaşka bir yolunu çizmiş.

İnsanın hayatı ve sürekliliğini, av ve avcı zeminine yatırıyor Bresson. Aristoteles’in, korkuyu keder ve kafa karşılığı olarak nitelendirmesini zıt bir zeminden işliyor. İnsanın, ölümü beklerken yaşamasını ve bu yaşamsalıkta kendi varlığının manasını aramasını, bir avcının gözüyle görmemizi istemiş belliki Bresson. Bir av sahnesi ve avının çırpınışlarını dikkatle izleyen avcı. Varoluşun, faktisitenin ve düşmüşlüğün zamansalığını mümkün kılan dolayısıyla zamansallığın ve kendi hayatına ihtimam gösterme yapısının momentlerini bu sahnede görebiliriz.

Sevgi ve saplantılılık üzerinden yine hakikati arama eylemine devam eden Bresson, iki karekter üzerinden ulaştırıyor bizi hakikate. Hiç bir şeye bağlı kalmayan, hiç bir şeye meyletmeyen, gün ne getirirse ona kendini teslim eden ama yine de bir şekilde herşeyi üstlenen o kayıtsızlığın meşum duygusuzluğunu bize en çarpıcı şekilde anlatıyor. İki karakterin aynı kadına saplantılı aşkı ve bunun bir düelloya dönüşmesi yine hakikatin kendisine çıkan bir yol oluyor. Yarım akıllı bir suçlu ve öldürdüğünü sandığın bekçi belki de Mouchette’nin hakikate ulaşmasını sağlıyor. Tecellinin, bireysel kaderlerin toplamından meydana gelişini serimliyor. Kadercilik üzerinden giden Bresson, kaderin kudreti ve insanın kendi nesli içindeki kadersel tecellisininin vukubuluşunu anlatımlamış.

Sezgisel ve estetik yorum idelizmasının üstün bir örneğini sergileyen Bresson, bu anlamda mekansallıktan uzak bir deneyimle yine duyguları bizim sezgilerimize bırakmış. İnsanoğlunun objektif ölçü ve yargı kıstaslarını, imgesel bir sürrealist çalışma örneği göstererek ortaya çıkarıyor. Okul dönüşünde yolunu kaybeden Mouchette, ormanda bu iki saplantılı adamın kavgasına şahit olur. Bresson’un, gece sahnesi ve sadece yağmur sesini aldığı duygu anlatısında; boşluk zeminine düşüyoruz. Mouchette, bekçiyi öldürdüğü sanan adamla bir kulübeye girer. Yardım etmek istemesini ona olan sevgisine bağlar. Bresson, yine hakikate erişmemizi belki de boşluk hissiyatının egemen olduğu bi yaşam figüründe sevgiye sarılmasıyla anlatmış. Hakikat nedir ona ulaşmanın yolu hangi varlıktır sorularını yine bizim duygu insiyatifimize bırakmış. İnsanın, birincil bakışından hareketle yine kaderciliğe bağlayacağı bu duygu zemininin hareket noktası yine varlığa yöneltilen soru niteliğinde. Yine bu bakıştan hareketle; insan, varlığın manasını ararken karşılaştığı olayları konuşur, yararlandırır, engeller, korur ve unutur. Mouchette’nin, kulübede tecavüze uğraması ve bu olayı sevgi ve varlığının manasında unutmak bilincini uyandırması yine bizi hakikate götürür. İnsan varlığı, kendinden başka her şeye muhtaçtır. Kendini bir teslimiyete sürükleyen bu sevgi aslında Mouchette’nin tek hakikati. Babası ve kardeşi tarafından verilmeyen sevginin boşluğu, onun vücuduna yapılan işkencede vuku buluyor. Onu seviyorum diye tecavüzcüsünü savunması, kendi benliğinde bir arayışın sonu oluyor.


Mouchette’nin, annesini kaybetmesi ve bunun üzerine kendi varlığına başkaldırdığını görürüz. Filmin bu sahnesinde yine Bresson, Platon’un  -iyi-kötü- idealizmine yer vermiş bolca. Ona yardımcı olmaya çalışanlara karşı soğuk tavırları ve boşvermişliği yine hergünkülük üzerinden zıt bir yöne gitmesi, kendi zihnimizde iyi ve kötü imlenimi yaratamıyor.
Mouchette’nin, annesinin ölümü üzerine düştüğü bu boşluk intihar etmesiyle sonuçlanır. Mouchette’nin, bir gölet kenarına giderek bir kaç defa yuvarlanmasını; Tarkovsky, “filmde Mouchette karakterinin bir kaç defa yuvarlandığını görürüz, ama anlam veremeyiz ve anlam aramayız, bize sorarlar bu sahnede ne demek istediniz ama biz bunu insanların kendi hissiyatlarına bırakmışızdır.”  Yorumunu yapar. Bütüncül bir yargıda bulunmanın imkansız olduğu bu sahnelerde hakikate ulaşmak yine izleyiciye kalıyor.
Heidegger’ın, “hakikati bilebilir miyiz, bilsek de başkalarına aktarabilir miyiz” ve Kant’a göre aklın sınırları dışında kalan bu bilgi mümkün müdür? sorularının cevabını Bresson,  kendi ütopyasında ulaştırıyor bizi. Mouchette’nin, bir defa yuvarlanıp başaramadığı ve ikinci yuvarlanmada bir traktörün sesiyle durması ve geçen adama selam vermesi yine bizim hissiyatımıza bırakılmış. Çevremizde olan olaylara hergünkülük ve kadercilik yaklaşımlarıyla boş bakmamız belki de anlatılmak istenen. Geçen adamın selama bakış atmaması öylece geçip gitmesi ve Mouchette’nin, üçüncü denemede sular altında kalması varlığımızın bir kaygan zemin olduğu gerçeğidir belki de.




Yenilikçi akımın öncü isimlerinden Bresson, belki de bir çok filozofun düşünce zeminini böylece yok etmiş. Gerçeği değil hakikati arayan bu yolda bizi; Dilthey’in şu sözlerine sürüklüyor. “İnsan tarafından yaşanan yaşamın, yani insanın kendini tinsel-kültürel bir varlık olarak ifade ettiği yaşamın öyküsüdür” Heidegger’ın varoluş felsefesinde cevaplanmamış soruları, kendi bilinç altımızla cevaplıyoruz. “Herkes hiçbir zaman ölmez çünkü ölemez. Zira ölüm hep kendi ölümümdür ve sahih olarak ancak öne koşucu kapalılığı açma kararlılığı içinde varoluşa dair biçimde anlaşılabilir. Hiçbir zaman ölmeyen ve bitişe doğru varlığı yanlış anlayan herkes, ölümden kaçışa karakteristik bir tefsir sağlar. Bitişe daha çok zaman var” sözlerini zıt bir şekilde karakterize eden Bresson, insan varlığının kendine doğru, geriye doğru, bir şeye doğru, bir şeye yönelik ve bir şeyin beraberinde fenomenlerini eşsiz sanat diliyle anlatımlamış bize. Gerçeğe değil hakikate ulaşmanın varlık için mümkün olduğunu, yaşam ekstazları içinde ulaşıldığının altını çizmiş. İnsan varlığının, ahlaki hüküm eyleminden, mantıksal etkinliğin ve hissiyat uyandırılması tekniğine ulaştırılmasına aracı oluyor Bresson.

Kant bizden, kafası karışık tarihsel bireyler değil, onların yüreğindeki evrensel akla saygı duyan bireyler olmamızı istemiştir. Bresson evrenindeki bu akla saygıyla eğiliyoruz.



Kaynakçalar:
Varoluşçular ve Mistikler-İris Murdoch
Homo Deus- Yuval Noah Harari
Kültür-Teryy Eagleton


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder