26 Ekim 2019 Cumartesi

Love And Death(Aşk ve Ölüm)filmi üzerine

Sinemanın kilometre taşlarından olan, edebiyat ve felsefenin hayatımıza akışı, kendi iç dünyamızda yarattığımız hayalin yansıması niteliğindedir. Edebiyat ve felsefe dünyada yabancı bir ses gibidir, meraklı kulakların işiterek ağızdan ağıza aktarabileceği. Kurumsal olarak konuşulabilecek evrensel bir boyuta gelmesinin en iyi aracılarından biri yine sinemadır. Okumanın evrenselliği, felsefe ve edebiyatı beslemiştir bununla birlikte edebiyat ve felsefe de sinema sektörünü beslemiştir. Karakteri, yazılı bir düzenekten alıp dünya mertebesine getirir. Duyguların betimlenişinin harekete geçirilmesi imlenimini sunan sinema, karakterize mekanizması ve teknolojinin imkanlarıyla servis eder. Kamuya açık bir sunuşta; felsefe ve edebiyatın özünden hareketle çok daha radikal bir biçimde yayınlanabiliyor.  Konuyu işleyenler tarafından, üstün bir övgüye tabi tutulduğu kadar çoğu zaman eleştiri temeline de yatırılmıştır.

Sistematik bir örgütlenme ve aynı zamanda paralel ayrışımların ilişkilendirildiği bir yapımdan bahsedeceğim.
Love And Death(Aşk Ve Ölüm)1975-Woody Allen
Allen’ın filmografisi, parodi bir düzeyde ilerliyor. Bir çok eserinde olduğu gibi yine bizi çelişkiler sarmalına sürüklüyor. Edebiyat, felsefe, din, ahlak, savaş, ölüm ve aşk konularına; ciddiyetten uzak fakat bir o kadar gerçekçi yaklaşan Allen, bir varoluş çizgisinde en önemlisi ölümle yaşam arası bir modusta Tanrı ve insanın hergünkülüğüne dokunmuş edebiyat ve felsefe üzerinden.

Film, Rus edebiyatının iki farklı yazarı Tolstoy ve Dostoyevski esinlenmelerinden ziyade, karakterize ederken iki farklı ekolün karışımını sunuyor. Allen, Dostoyevski tarzını benimsese de filmde iki yazara da göndermeler görüyoruz bolca. Suç Ve Ceza, Savaş Ve Barış gibi iki kült esere mizahi karakterize tarzıyla yaklaşmış. Mizahi bir karakterize söz konusu olduğu kadar, Dostoyevski’nin karamsar tarafını, Tolstoy’un, pozitif yaklaşımlarını görüyoruz. Filmin gidişatında, bir çok esere gönderme yapıldığını görebiliyoruz.

Kuzeni Sonya’ya, saplantılı bir şekilde aşık olan boris’in büyük arzusu onunla evlenmektir. Sonya ise, Boris’in abisi İvan’la evlenmek istemektedir. Boris ve kuzeni Sonya arasında geçen diyalogda MARTİN HEİDEGGER-VARLIK VE ZAMAN eserine gönderme izliyoruz. Allen, Heideger’ın; insanın dünya içindeki varoluşunu yani (Dasein’ı) bu diyalogda veriyor. İnsanın varoluşunun zaman ufku içinde açığa çıktığı görüşünü benimseyen Dasein’i, iki karakter arasında geçen sözlü atışmada mizahi bir dille harmanlamış yönetmen.

Din üzerinden giden Allen, hedefine Hristiyanlık ve geleneklerini koymuş. İnanç sistemini sorgular nitelikte ve yapılan merasimlerin belki de gereksizliğine değinen yönetmen mesajını net bir şekilde veriyor. Allen, Bergman’a selam vermeyi unutmamış. Begman’ın (Persona-Yedinci Mühür) filmlerini izleyenler yine bu sahnelerde esintileri göreceklerdir. Devamında, Felsefe ve dini harmanlayan Allen, varolan dört yaşam gerçeği, doğa - hayvan-insan-Tanrı üzerinden serimliyor anlatısını. Bunlardan akıl sahibi olan insanın ölümü ve geriye kalan külleriyle, anne karakterinin dalga geçmesi ve küllerle konuşmaya çalışması; Allen’in, Hristiyanlık inancından yeniden dirilebilmek için yakılarak defnedilme inancına mizahi bir dille başkaldırısı niteliğinde. Ölünün geride kalanlardan koparıldığını, dolayısıyla cenaze töreni, defin ve mezarlık kültü gibi ilgilenmelerin nesnelliğine atıfta bulunuyor. Yas tutarak ve anarak öylece varolan geride kalanların, yad edici tutumlarının boş birer modus olduğunu fazlasıyla savunmuştur felsefe. Allen, ölüm kendini bir kayıp olarak ortaya koysa da bu geride kalanların deneyimlediği, ölenle yaşayan arasında bir savaştır mantalitesini yerleştirmiş. Boris’in, çocukluğunu hayal etmesi ve İsa’nın çarmıha gerilmesiyle dalga geçmesi, yine Allen’in ince bir göndermesi. Boris’in, çocukluğundan gelen bir ölüm korkusu ve bu korkunun üstüne gitmesi, Tanrı ve ölümle konuştuğunu sanması yine Allen’in, İnsan varlığından Tanrı’nın varlığına uzanan bir varoluşsal sancı anlatısı tadında. Tanrı’nın ölümsüzlüğü ve insanın ölümlü olması gerçeğinin üstünden yine mizahi bir dille geçiyor. Boris’in, hayalinde Tanrı’ya; ölümden sonra hayat var mı, Tanrı var mı diye sorular yöneltmesi ölüme hazırlık niteliğinde.


Filmin devamında; Boris, girdiği düello sonucu Sonya’yla evlenir. Düello sahnesinde yine, TURGENYEV-BABALAR VE OĞULLAR göndermesi görüyoruz. Kitapta geçen, Bazarov’un düello sahnesi birebir alıntılanmış neredeyse. Allen’in seyirciye seslendiği birebir sahnelerden biridir neredeyse. Boris, Kont ile yaptığı düello sonunda; keşke onu vursaydım diye devam eder. Boris’in karakterize formülasyonunda: Suç ve ceza, Savaş ve Barış, Babalar ve Oğullar kitaplarının hastalıklı karakterler betimlemeleri serimlenmiş.


Savaş ve şiddet karşıtı olan Boris, Napolyon’un  Rusya’da başlattığı savaş sonucu zoraki askere alınır. Allen, karakteri savaş manasında yüceltmek yerine daha çok yeriyor. Burada; kölelik ve devletin yönetim şeklini, yine PLOTON-DEVLET kitabından alıntılarla anlatımlamış Allen. Devlet kitabini okuyanlar bilir, orada devleti kimler yönetmeli diye tartışma konusudur Platon ve diğer düşünürler arasında. Platon ve Traysmakos arasında geçen tartışmada; “Devlet denilen kuruluş birlikte yaşayan insanların bir toplamı değildir. Aksine o bir organizmadır. Bir organizma olan devlet, insan ile aynı yapıdadır. Yani devlet büyük çapta bir insandır. Aynı şekilde insan da küçük çapta bir devlettir. Bir de birey ile devlet belirsiz bir ilişki içindedir: Yalnızca bireyler devleti oluşturmaz, devlet de bireylere “şekil” verir. Birey, içinde yaşadığı devlete benzer; devletin görünüşü nasılsa, bireyin görünüşü de odur. Mükemmel devlet mükemmel bireyler oluşturur, eksik ve yapmacık bir yapıya sahip devlet ise kusurlu ve eksik yapılı bireyler oluşturur. Platon bu görüşünü kanıtlamak için yanlış devlet şekillerinden bir kanıtlama yapar. Devleti işçi sınıfının yönetmesi gerektiği hatta en iyi onların yönetebileceği idesi mevcuttur. “
Boris ve askerlerin kendi aralarında geçen diyalogda; Allen, yine zıt zeminden ilerliyor. Boris karakteri üzerinden yine mizahının ucunu, devlet ve yönetim bozukluklarına batırmış. Savaşa giden askerleri, kahraman diye yüceltmek yerine daha çok dalga geçiyor. Savaş ve gereksizliğine zıt bir tabandan dokunan Allen, POTEMKİN ZIRHLISI filmine dokunduruyor mizahını diğer taraftan da.
Savaş karşıtı düşüncelerini “ savaş cinayettir, tanımadığın birini öldürmek cinayettir” diye ifade eder Boris. Allen, savaşın anlamsızlığını vurgulamak ve mizahın dışına çıkmamak adına; Charlie Chaplin’in (Büyük Diktatör) filmini benimsemiştir. Yine Bonis’in hücre sahnesinde, kısa bir zamanlamada Dostoyevski’nin bir çok romanına atıfta bulunuyor Allen. (Budala, Karamazof kardeşler, Suç ve ceza)
Yine Boris’in, savaşa giderken yanında kelebek koleksiyonunu götürmesi, Vladimir Nobokov’a selamıdır Allen’in. Hafızada yedi yaşında sonra dikdörtgen pencereden giren sabahın ışığıyla bağlantılı hissettiği her şeye yalnızca tek bir arzunun egemen olduğunu söyler Nabokov; kelebek
Nabokov’selamını yine Sonya ve papaz arasında geçen: 12 yaşında sarışın kızlar diyaloğunda görebiliriz.

Sonya ile evliliğinde mutluluğu yakalayamayan Boris, sürekli olarak ölümden bahseder. Bir çok idrak doğumuna meydan veren yönetmen, realizme karşıt olarak idealizm kavramları gibi ölüm ve yaşam zıtlıklarına girmiş. Sonuçları bakımından ikisi de karşıt ve savunulmaz olsa da, yaşamın önceliği ve ölümün her an olabilirliğine  alaycı bir dille dokunuyor. Kant’ın Transendental kuramını selamlamış Allen yine detaycı zekasıyla. En çok istenilen arzuya ulaşma sonrasında bir boşluk ve varlığı sorgulama en nihayetinde varlığın somut delili yaşamın anlamsızlığını diyalektik bir düzeyde; hakikat ve yanılsama görüşüne taşımış. Boris’in sürekli olarak ölümle konuştuğunu sanması; varolan bir şeyi kendi örtüklüğü içinden çekip çıkarmanın ve keşfetmenin sonucu olarak ölümün görünür kılınması gibi. Felsefe ve dini harmanlayıp, Bonis’in diyaloglarında sözcük mistizmini tavan yaptırıyor Allen. Fantastik olarak idealleştirilen karakter; varoluşun, hristiyan teolojisinin, ahlakın, savaşın işaretle gösterilmiş şeffaflığı gibi. Doğum ile ölüm arasında bir varlığın yukarıda bahsettiğimiz (Dasein) varlığına ulaştırıyor bizi.

Başkalarının ölümünün deneyimlenebilirliği üzerinden devam eden Allen, Bonis ve Sonya’nın, Napolyon’a suikast için çıktıkları yolda bolca entelektüel tartışmalarına yer vermiş. Ölüm, yalnızca öylesine mevcut olan bir gerçeklikten alınıp, cansız maddi bir şeye dönüştürülüyor geçen diyaloglarda. Ölümün kendine özgü bir varlık olduğunu imleyen Allen, insanın kendi varlığını mesele etmesi gerektiğinin altınızı çizmiş. Ölümün sınırlarını ayrıntılı olarak çizmenin mümtazlığına mizahını iliklemiş. Öte yandan ölümü fizyolojik ve biyolojik olarak ele alıyor,  Boris ve Sonya arasında geçen konuşmalarda. Ölümün türleri, nedenleri, oluşumu ve gerçekleşme minvalleri üzerine tartışmaların aynısını: Kaynakça -Varlık ve Zaman- Ölüm eksistensiyal analizi başlığı adı altında bulabilirsiniz. Ölüme yönelik tutuma ilişkin duygu yüceltici norm ve kuralların sunumu, ölümden sonra neyin var olup olmadığını yöntemsel incelemelerini, Allen bize mizah ve detaycı zekasıyla, karamsar bakış açıcıyla sunmuş. “ ölüm kaygısı en zati, irtibatsız ve atlatılamaz olabilirlikten kaygı duymaktadır. Bu kaygının nedeni dünya içinde varolmanın kendisidir. Ölüm kaygısını, hayatını kaybetme korkusuyla karıştırmamak gerekir.”
Boris, savaş karşıtlığı aslında ölüm korkusu ve sürekli olarak ölümle konuştuğunu sanan biçimsiz bir varlık olarak işliyor duygularımıza. Allen’in, bütün ispat edilenleri, edilmeyenleri, bir çok eserin kahramanını ve felsefenin kuvamlarını harmanlayarak ortaya çıkardığı karakter sadece mizahının ve kaleminin gücünü değil ince zekasının bir ispatı kıvamında. Ölmenin bir vukuat düzeyine indirgendiği sinemografisinde, “ Ölüm, dünya dahilinde mevcut olan bilindik bir hadise olarak karşımıza çıkar. Bu haliyle o, her gün karşılaşılanları karakterize eden bir dikkat çekmezlik içinde kalır. Sonunda herkes ölür ama şimdilik sıra bizde değil” sözlerini misyonu  yapmış. TOLTSTOY-İVAN İLVİÇ’İN ÖLÜMÜ eserinde “herkes ölür” kavramının yarattığı sarsılma ve çöküş psikolojisini işlemiştir. Bütün bu ciddiyetin ve ölümün üzerine serilen sahnelerden kaçmak adına, Boris ve Sonya’nın Napolyon suiskastı için uğraşırken, Boris’in yanlışlıkla Sonya’nın kafasına vurması yine Charlie Chaplin sahneleri esinlemesi. Ölümle mizahı birleştirip bizi karanlıktan çıkarıyor hemen.

Allen, bakış açımıza her ne kadar edebiyat, felsefe, din, ölüm ve Tanrı serimlemerini koysa da asıl konuya aslında filmin adı olan aşk konusunu getiriyor mizahın ucunu. Ahlak, cinsellik ve aşk konularına değinen Allen, Boris ve Sonya’nın aşk üzerine tartışmalarına yer verir. Sonya, “ seni seviyorum ama aşık değilim . Hayal ettiğim aşk iki mükemmel insan arasında geçen aşktır yani aşksız seks boş bir maceradır” diye tamamlar sözünü. Bunun üzerine Boris, “evet, ama en iyi boş maceralardan biridir” diye cevap verir. Allen, Boris karakteri üzerinden mizahın ucunu Yunan felsefesi ve Socrates’e değdirmiş. Bütün Yunan felsefecilerin eşcinsel olduğunu söyleyen ve bu kuramın sahibinin Socrates olduğunu savunan Boris kendi cinsel kimliğini de sorgular burada. Cinsellik, aşk ve ahlak olgularına dokunan Allen, Sonya’nın kaçamakları, Boris’in Kontesle olan gecesi ve Sokrates üzerinden abartılı bir şekilde işlemiş. Allen’in bütün bu türler arası geçiş grafiği eşsiz zeka ve kendi ütopyasının örneği gibi. Filmin sonunda yine bir Dostoyevski- Karamazof Kardeşler göndermesi görülür. Dostoyevski’ye olan bağlılığını yine onun kaleminin canlandırmasıyla noktalamış Allen.


Filmin sonunda, ölüm gerçekleşmiş olsa da aslında verilmek istenen mizah adı altında çok net ulaşıyor seyirciye. Başta Boris’in dediği “Aslında tüm insanoğlu işlemediği bir suç yüzünden infaz edilmiyor mu? Eninde sonunda herkes gidiyor, tek fark, ben yarın sabah saat 6:00’da gideceğim. Aslında 5:00’te gitmem gerekiyordu ama çok iyi bir avukatım var.” Sözleri filmin sonunda içimize işliyor. Kahkahayla başlayan film dansla bitiyor. Ölümle dans.



Kaynakçalar:
Martin Heidegger-Varlık ve Zaman
platon-Devlet
Yuval Noah Hararı-Hayvanlardan Tanrılara


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder