20 Ağustos 2020 Perşembe

Franz Kafka-Dava üzerine

Türlü devlet biçimleri ve devleti oluşturan toplumlarda neyin eğri, neyin doğru olduğunu açıklarken hala bir kesinlik söz konusu değildir. Bunca ulusun yasalarından, törelerinden bu kadar eğreti bilginlikle söz etmek yine hukuk kavramının açıklığına getirir.  Doğrulukla, akıllıca düzenlenmemiş her toplumun geldiği nokta yine yasal boşluklar olmuştur. İnsan alelade zaman anlayışı ufku içinde işlevini sürdürürken, toplumu meydana getiren ontolojilerin merkezi sorununa tutumsuz kalmıştır. Doğru olarak görülen ve doğru olarak açığa kavuşturulan kuralları yok sayarak kendi bağımsız modus ve türevleriyle kendi görünürlüğüne uzanmıştır. İnsanı; en demokrat, en özgürlükçü, en ilerici bir varlık olarak kabul eden liberal düşünceyi kurumsallaştıran yine insanın hukukla olan amansız savaşıdır.

 İlk başta ahlak maskesi içinde ortaya çıkan, belli bir kurala bağlanmış yaşama üslubu anlamındaki  hukuk,  hukuki pozitivizm akımına göre ise adalet, hali hazırdaki mevcut hukuki sistemi ile değerlendirilir. Yani pozitif hukukun belirlenmesinden sonra adalet ile  ilgili tespitler yapılmaya başlanmıştır. Bu anlayışa göre adaletin gerçekleştirilmesi mevcut hukuki sistemin gerektiği gibi uygulanmasıyla olur. Adalet, yasamanın iradesi tarafından konmuş hukukun yasalarda öngörüldüğü bicimde yerine yerine getirilmesi ile  gerçekleşeceğinden, mevcut hukuki sistem ile sınırlıdır. Yani bu akım adaleti norm üstü, hukuk üstü bir ide olarak değil kuralların öngörüldüğü şekilde uygulanıyor olması ile eşdeğer olarak görür. Bu nedenle her hukuki sistemin kendine has bir adalet tasavvuru olduğunu savunan ve adaletin ancak bu hukuk kurallarının uygulanması yoluyla sağlanabileceğini benimseyen pozitif hukuk görüşü, bu anlamda adaletin göreliliğini savunur.

Adaletin göreliliği ve toplumdan bireye yansımasını, birey üzerinden distopik ele ala Franz Kafka;  ahlaken kuşkulu, yasalılığa itirazcı, Tanrı’nın takdirine karşı itaat yükümlülüğüne kavramsal bir zıtlık yaratmıştır. Ekonomik evren, püriten ahlakın en tutarlı antitezini Josef K.  Karakterini yaratarak vermiştir. Doktrinel temel ve yöntem açısından bir çok kaynakta araştırmaya tabi tutulan püriten anlayışına açık bir dille girmiştir Kafka.  Püriten bir ahlak adaletini antagonist karşısına protagonist Josef K’yı çıkarıyor yazar. Basit denilebilecek bir hayata sahip Josef K. Karakterinde bedensel üstünlük ya da insanlığın geri kalanından zihin üstünlüğü yönünden bir ayrım yaratmamış Kafka.  Fakat zihnin niteliğini görmek, bedenin ve pür ahlak toplumunun niteliğini görmekten daha zordur idesini zihnimize iletiyor.  Yasalar ve suçlu-suçsuz ayrımı içinde­; doğadan bazıları özgür, bazılarıyla köledir ve bunlar için, kölelik etmek hem doğru hem de uygundur.

 Aristoteles, köleliğin doğallığından ve kanıtlanmamasına değinirken; ‘Her toplumda ağaç kesecek ve su çekecek birileri olmak zorundadır’ der. ‘Kuvvet haktır’ düşüncesini savunan Aristoteles’in karşısına, sıradan bir yaşantıya sahip ve sahip olduğu hayatın içinde bir sabah suçlu olarak yer alan Josef K’yı koyuyor Kafka. Bir çok hukukçu gerçekte, bireyin özgürlüğüne ve suçlu olma durumuna sınırlama getirilmesine ve ispat evresine ‘kuvvet haktır’ sözüyle karşılık verirler.  Kahramanın eylemi sonuncu gelen yıkım, onunla birlikte toplumsal düzeni de sarsacak, onun acısı tüm topluma mal olacaktır. Yıkımla gelen bu acının bireysel olmaktan çıkıp toplumsallık kazanması ile bu durumun dramatik olmaktan çıkıp trajik boyut kazanması arasında birebir ilişki vardır. Bu ikisi, birbiriyle paralel yürüyen olgulardır. Josef K’nın yolculuğu tam olarak böyledir. Josef K. artık antik tragedyalarda görüldüğü gibi düzenin başındaki aristokrat bir yönetici, bir efsane kahramanı, erki elinde bulunduran bir kral ya da tanrılar dünyasından biri değildir. Yapmadığı bir eylem ile tüm toplumsal düzeni etkileyip sarsacak güç ve konuma da sahip değildir. O, içinde bulunduğu toplumun ekonomik, siyasal, sosyal koşullarının, ahlaki, dinsel ve kültürel değer yargılarının ürünü olan, sıradan bir insandır. İnsanın sosyal bir varlık olması onu diğer insanlarla bir arada yaşamaya yönelmiş, başlarda bir topluluk şeklinde ortaya çıkan bu beraberlik gereksinimlerin sonuçlanması üzerine toplum olabilmek amacıyla belli düzen kurallarına ihtiyaç duymuştur. İnsana ait bir olgu olan toplumsal düzen kuralları çeşitli vasıtalarla irdelenmiş; kökeni, esası, dayandığı temelleri açıklanmaya çalışılmıştır. Bu vasıtaların başında gelen hukuk felsefesi de kendine özgü bakış açısıyla hukuk olgusunu ele almış, değerlendirme ve tespitlerde bulunmuştur. Bütün bu olguların içinde insan özgürlüğünün suça dönüştüğü distopyayı kurgularken Kafka, ‘özgürsün, onun için mahvoldun’ cümlesine tutuklamıştır Josef K’yı. Bir sabah dev bir böceğe dönüşen Gregor Samsa ile farkı özgürlüğüdür. Felsefedeki maddeci ve ideci bakış ayrımını hukuk felsefesi alanına işleyen yazar, içimizden sıradan bir karakteri alarak bir sabah suçlu olarak uyandırmış. Hukuk olgusuna realist-maddeci açıdan bakarak hukukun öz ve esasını bu evredeki somut ve deneysel insanlar arası ilişkilere bağlamış. Duruma idealist açıdan baktığında ise; hukuku soyut, ideal, transandan, ussal, pozitivite üstü bir evrenin ürünü olarak ele almış. Birinci düşüncede Josef K.’nın masumiyetini; hukukun özünü, insanın somut biyolojik varlığında, ya sosyo ekonomik ilişkilerde, ya da normun kendisel varlığında(pozitivitesinde) sorgulamış. İkinci düşüncede hukuku adalet idesine bağlayarak, adalet idesi ya akıllı bulunmakta ya da sezgi aracılığıyla bir değer olarak ortaya çıkmakta ya da tanrısal adalet olarak kendisi göstermektedir düşüncesine ulaşmış.

Hukuk felsefesinde en çok tartışılan kavramların başında adalet gelir. Bu kavramın ne olduğu, dayandığı temel, hukukla ilişkisi üzerine farklı farklı görüşler ileri sürülmüştür. İlk Çağlardan günümüze kadar bu fikir hakkında çeşitli sorular sorulmuş, verilen cevaplardan daha başka sorular üretilerek bu kavram belirginleştirilmeye çalışılmıştır. Kafka, adalet kavramının insanin içinde olduğunu yine bir pasajla özetler. Bir sabah suçsuz yere evinden alınan ve mahkemeye çıkarılan Josef K’yı hiç kimse dinlememiştir. Suçunun ne olduğunu bilmeyen Josef K’yı dinleyen tek kişi; ona nasıl ulaştığını bilmediğimiz rahiptir. Katedralde tek başına oturan Josef K.’ya bir hikaye anlatır:

 "Hikaye, mahkemeye girmek için çok uzun bir yoldan gelen taşralı adam ile karşısına çıkan ve ona yol vermeyen kapıcı arasında mahkemenin kapısının önünde geçmektedir. İçeri girip giremeyeceğini soran taşralı adama kapıcı, “İstersen beni geçip girmeyi deneyebilirisin”, der. Ardından da ilk kapıdan sonra birçok kapının olduğunu ve her kapıda kendisinden çok daha güçlü kapıcıların olduğunu belirtir. İçeri izinsiz girmeye teşebbüs etmeyen taşralı adam, içeri alınması için her yolu dener ve içeri alınacağı günü kapıcının verdiği tabureye oturarak beklemeye başlar.Taşralı adam gittikçe yaşlanır. İçeri girebilmek için, her türlü yolu denemiştir. Rüşvet bile vermiştir. En sonunda ölmeden önce kapıcıya, bunca yıldır mahkemeye kendisinden başka girmek isteyenin neden olmadığını sorar. Ve kapıcı başkasının giremeyeceğini, çünkü bu girişin sadece onun için olduğunu söyler. Bu sözler aslında mahkemenin sadece taşralı adamın bakışlarında var olduğunu göstermektedir.”

Adaletin insanin içinde bulunduğunu; Hristiyanlıkta yaygın olan püriten anlayış ve etkisinde kalan topluma karşı yine Hristiyan bir din adamının adaletiyle vermiş Kafka.  Denkleştirici adalet kavramının, hukuki ilişkide taraf olanların eşit muamele görmesi gereğini din adamı yerine getirmiş Kafka’nın davasında. Romalı hukukçu Ulpian adaleti; herkese payına düşeni vermek konusunda sürekli ve sonsuz şekilde çaba harcanması olarak nitelendirmiştir. Grotius, adaleti söze bağlılık ile açıklarken Hobbes, sözleşmeye uymamayı adaletsizlik saymıştır. Adaletin varlığının temel şartının toplumda güvenliğin ve düzenin sağlanması olduğunu belirtip güvenliğin olmadığı toplum hayatında adaletten de söz edilemeyeceğini ifade etmiştir. Rousseau ise, adaletin temel niteliğinin karşılıklılık olduğunu ileri sürmüştür. John Stuart Mill, adalet ve fayda kavramları arasında ilişki kurulması gerektiğini bu ilişki kurulmaksızın adalet kavramına içerik sağlanamayacağını ifade etmiştir. Marx ve Engels ise daha başka bir açıdan yaklaşarak adalet kavramının kapitalist düzendeki sömürünün bir maskesi olduğu görüşünü taşımışlardır. Aristoteles’e göre adalet, karakter erdemleri arasında önemi bakımından diğerlerinden ayrılır. Çünkü adalet kendi amacını kendinde taşıyan bir karakter erdemidir. Diğer erdemler, kişinin kendi iyiliği için iken, adalet erdemi başkalarının da iyiliği içindir. Dolayısıyla adalet, insanın diğer insanlarla kurduğu ilişkilerde ortaya çıkar. Adalet erdemi de diğer karakter erdemleri gibi bir orta olma durumudur.9 Platon’da diğer bütün erdemleri kuşatan en yüksek erdem olarak gördüğümüz adaleti Aristoteles de çok önemsemiş, temel direğini eşitlik düşüncesi olarak belirttiği bu kavramı genel bir açıdan ele almakla yetinmeyip dağıtıcı adalet, denkleştirici adalet ve hakkaniyet olmak üzere çeşitli türlere ayırarak incelemiştir.

 

Kafka’nın Dava’sını sinemanın zeminine serimleyen  Orson Velles yine dinamiğini adaletin aksayan yanlarına vermiş.  1962 yapımı, özgün adı Le Proces olan filmin baş karakterini Anthony Perkins oynamıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder