31 Ağustos 2020 Pazartesi

Dwaj Ludzie Z Szafa(İki Adam ve Bir Dolap) üzerine

Tarih boyunca insanlar statü, mülkiyet, iktidar gibi alanlar itibariyle toplum içinde eşitsiz konumlara dağılmışlardır. Bu farklılıkları veya eşitsizlikleri ifade etmek için ise çeşitli kavramlar kullanılmıştır. Bu kavramlar bazen sosyal bir tabakayı, bazen de sosyal bir sınıfı işaret eden nitelikler taşımıştır. Sınıf veya tabaka olsun, bu kavramların hepsi toplumdaki hiyerarşik konumların belirlenmesi için kullanılmıştır. Sınıf kavramı genelde tek başına, sosyal sınıfın yerine eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Kapitalizm çağının en önemli iki teorisyeni olan Adam Smith ve Karl Marx’ın düşünceleri ise kapitalizmle beraber dönüşüme uğrayan sınıfsal yapılar içerisinde tahlil edilmiştir. Marx’ın sınıf meselesine bakışı, onun uzlaşmaz bir çatışma olarak nitelendirdiği kapitalistler ve proletarya arasındaki mücadele yaklaşımı çerçevesinde ele alınmıştır. Marx klasik politik ekonominin eleştirisini yapan bir iktisatçı olarak, kendisinden önceki iktisatçılardan belirli noktalarda ayrılmıştır. Dolayısıyla sınıf sözcüğünün etimolojik kökenlerinden hareketle ve kendisine yüklenen anlamları itibariyle bir kavram olarak ortaya çıkışının 18. yüzyılın sonlarına doğru önce İngiltere’de, 19. yüzyılda ise Avrupa’daki diğer ülkelerde gerçekleştiği söylenebilir. Sınıf sözcüğü bu noktadan itibaren önceki anlamlarının aksine, başka anlamlar içermeye başlamış ve toplumsal ilişkiler üzerine düşünmenin bir aracı haline gelmiştir. Yani sosyoloji ve siyaset biliminin önemli bir unsuru olan sınıf, toplumsal olguları açıklamaya yönelik fikirler içerisinde bir kavram olarak gelişmeye ve dönüşmeye başlamıştır.

“Yazılı olmayan yasalar doğa yasalarıdır. İlk olarak, eğer istisnasız bütün uyrukları bağlayan ve yazılı olamayan veya insanların görebileceği bir yerde ilan edilmemiş olan bir yasa varsa, bu bir doğa ya da toplumun kendi içinde oluşturduğu sınıftır. Çünkü insanların, başka insanların söyledikleri temelinde değil, kendi akıl ve mantıklarına dayanarak yasa olarak bildikleri bir şey her insanın akıl ve mantığı için uygun olmalıdır; bu da ancak bir doğa yasası olabilir. Dolayısıyla, doğa yasaları için herhangi bir ilan veya duyuru gerekmez; herkesçe kabul edilen şu sözde olduğu gibi: Başkası tarafından sana yapılmasını uygun bulmadığın  bir şeyi sen de başkasına yapma.” Thomas Hobbes’in Levlathan’ında geçen bu cümleler, insanların kendi sınıfsal farklılıkları oluşturduğuna ve kapitalizmi teoriden çıkarıp pratiğe döktüğünü gösterir. Bireyin sosyal sorumlulukları ve toplum içinde kendisine yer edinme çabaları ve dışlanma minvalleri birçok filozofa yöntem üretme politikasını sağlamıştır. “Doğru akıl nerededir, eğitimsiz insanlar nasıl yanılıyor ve yanlış toplumlar oluşturuyorlar” düşüncesine de yer veren Hobbes, insanlar arasında bir fark gözetmeden kuramlarını oluşturmuştur. Başta toplumu yöneten devleti eleştirdiği ve toplumun en küçük üyesi bireyi akıl üzerinden ele alan Hobbes’ın çalışmaları birçok düşünüre yol göstermiştir.

“Şunu herkes bilir ki, yasama önemli bir iştir ama bir düzene oturmuş bir kent iyi çıkarılmış yasaların yürütülmesini beceriksiz yöneticilere bırakırsa, bu iyi yasalardan daha çok yararlanamayıp maskara olmaktan öte geçemezler.” Platon’un bu sözleri sistematik felsefe içine yerleştirilip birçok toplumsal ve sınıfsal incelemelerde ön söz olmuştur. Dolayısıyla öznel hareket noktalarından yola çıkarak, Platon’un “toplum görüşü”, “idea görüşü”, “metafizik görüşü de incelenmiştir. Platon’u bütünde anlamaya yönelen her araştırma aynı zamanda toplumun unsurlarına ve sınıfsal kökenlere de inmiştir. Bütün bu sınıfsal farklılıkları ve toplumun gözle görülen bütün yanlarına fikri merkezine alan Roman Polanski, 1958 yılında 15 dakikalık  Dwaj Ludzie Z Szafa(İki Adam ve BİR Dolap) filmini çekmiştir. Çektiği kısa filmle toplumun neredeyse bütününü içine alan Polanski, ekonomik, iş, kültürel anlamda bütün farklılıkları serimlemiş. “Alçakgönüllüğün başka bir çeşidi vardır ki kendini yüksekten görmekten gelir. Birçok şeylerde bilgisizliğimizi kabul ederiz, akıl erdiremediğimiz taraflar olduğunu edebimizle açığa vururuz. İsteriz ki bizi dürüst, namuslu bilsinler ve başka şeyleri bildiğimizi ileri sürdüğümüz zaman inansınlar bize. Anlaşılmaz şeyleri  topluma kabul ettirmede ki başarımızı ve bunu yaparken sınıfsal ayrımları gözeterek, duygu, düşünce ve eğilimleri görebilelim.” Monteıgne-Denemeler-İnsan Bilgisi bölümünde böyle söylemiştir. Polanski, bu sözleri filmin geneline olumlamış.




Siyah beyaz, diyalogsuz sadece müzikle ilerleyen bu sosyal deney diye de nitelendirebileceğimiz filmin baş kahramanları, proletarya diye adlandırdırılan alt sınıftan iki arkadaş ve denizde buldukları bir dolaptır. Birçok medeniyette yüzleşme, ölüm ve döngü anlamına gelen ayna filmin en detaylı imgesidir. İnsanın kendi silüetine ulaştığı detaydan çok fazlasıdır. Aynaya yansıttığı apartmanlar ve burjuva diye adlandırılan sınıfın görüntülerini görürüz zaman zaman. Toplumun görünmeyen tarafının aynası olmuş bir nevi Polanski. Salt sanat anlayışı ve imgenin gerçekliği üzerinden giden yönetmen, sanatta soru sorma ve estetik anlatım tarzını benimsemiş. Kuşkusuz bu sorunun, estetik boyutun sanatın kurucu ögesi olması ile doğrudan ilişkilidir.  Sanat ve sinemanın maruz kaldığı; sosyolojik incelemeden sorumlu olduğu ya da sanat alanının özgürlüklerine karşı kör bir bakış sunduğu yönündeki eleştirilere bir nevi cevap vermiş Polanski. İki arkadaş buldukları dolapla birlikte tramvaya binmek isterler ama izin vermezler. Aynı anda onlar sokaklarda şaşkın bakışlar altında aşağılanırken, birbiriyle sohbet edip gülen iki arkadaştan biri diğerinin cüzdanını çalar. Burada önyargı ve ahlak konularına değinen yönetmen, Platon’un; “kim iyi kim kötü ya da kim daha ahlaklı asla bilemeyiz.” Sözlerini anlatımlamış. Sokakta karşılaştıkları bir kadına dolabı hediye etmek isterler fakat o bakmaz bile. Onları dış görünüşüyle değerlendirip şaşkınlık içinde uzaklaşır. Asıl sınıfsal farklılığı ve burjuva göndermesini iki arkadaşın dolapla birlikte lokantaya girmek istedikleri sahnede verir yönetmen; içeride üst sınıf sayılabilecek insanlar vardır ve bakışlar dolaba değil iki arkadaşın kıyafetinedir. İçeride bir kadının köpeğiyle birlikte yemek yemesi ve bu iki arkadaşın dışarıya atılması, yönetmenin vermek istediği mesajdır. Platon’un devleti oluşturanlar üst sınıf olmalı ama onları yönetenler alt sınıf mesajına eleştirel bakan yönetmen, sınıfsal farklılığı üst perdeden veriyor. Denizde başlayan kısa hikaye yine denizde son bulur fakat bir sahnede gördüğümüz ayna üzerindeki balık bir diğer mesajdır; balık, bir çok medeniyette yeniden doğuşun ve evrensel sevginin işaretidir. Bazı medeniyetler ise tekrar eden döngüyü işaret eder. Yönetmen bu düzenin zeminde, sevgi ve ahlakla yetiştirilmiş bir toplumdan oluşacağının mesajını vermiş. Aklıyla hareket eden bir toplum düşleyen Polanski, kendi geçmişine bir gönderme yapmış filmle biraz da. Sanatta soru sorma yönelimine ve sanatın içine aldığı toplumsal sorunlara böylelikle 15 dakikada ulaşmış oluyoruz. Salt gerçeklik var, imge o gerçekliğin kendisi.

 


 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder